Deniz Sağdıç İle Sürdürülebilir Sanat Üzerine İlham Veren Bir Röportaj

  • 27.11.2024

Sürdürülebilir Sanat Evi’nin kurucusu Deniz Sağdıç ile sürdürülebilir sanat ve çevre dostu yaratıcılığın geleceğini ele aldığımız keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

Sürdürülebilir sanat kavramını hayatınıza nasıl dahil ettiniz?

1999 yılında sanatla uğraşmaya başladım. 25. sanat yılımı doldurmaktayım. Sürdürülebilir sanat tanımı yeni bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kavramı ortaya atan ilk sanatçılardan biriyim. Sürdürülebilir sanatın 2 tanımı var; biri doğa dostu fikirlere ilham vermesi ve nesnelerin sürdürülebilirliği ile ilgili. İkincisi ise sanatın sürdürülebilirliği, kamusal mekanlarda, kalabalıkların olduğu her yerde sanatın var olmasıyla ilgili.

2010’lu yıllarda artan tüketim çılgınlığı ve buna bağlı olarak doğaya verilen zararlar – plastik poşet kullanımı, çöplerin etrafa atılması ve üreticilerin bu konuda yeterince özen göstermemesi – bir sanatçı olarak dikkatimi çekti. Her türlü atık nesneyi sanat eserine dönüştürme iddiasıyla yola çıktım. 2010’larda, ilk etapta çöpte, kenarda köşede bulduğum ya da kullanmadığım eşyaları sanat eserine dönüştürmeyi denedim. Bu yolculuk, bugün kırktan fazla nesneyi sanat eserine dönüştürmeyi başaran tek sanatçı olarak çalışmalarımı sürdürmemi sağladı.

Hikayem kendimi düzeltmekle başladı. Kendi dolabımı açtığım zaman giymediğim çok fazla kıyafetim olduğunu gördüm. Dolabımdaki kıyafetleri, ayrıştırdığım atık nesneleri sanat eserine dönüştürmeye başladım. Daha sonra markalar ve kurumlarla iş birliği yaparak bu farkındalığı yaratabileceğim platformlar yaratmaya çalıştım.

Zero Point projesi ile İstanbul Havalimanı’ndaki atıkları sanata dönüştürme süreciniz nasıl gelişti?

0 Zero Point projesinden önce yaklaşık 10 nesneyi sanat eserine dönüştürmüştüm. 2019 yılında İstanbul Havalimanı ilk açıldığı zaman oranın inanılmaz bir platform olduğunu gördüm. Uluslararası bir platform olmanın yanı sıra inanılmaz bir büyüklüğe sahipti. Büyüklüğün olduğu yerde elbette çok fazla ve çeşitli atık söz konusu olacaktı. Ayrıca içerisinde katı atık ayrıştırma tesisinin olduğunu öğrendim. Hem yolcuların hem havalimanı çalışanlarının bıraktığı atıkların ayrıştığı bilgisini aldım. Daha sonra İstanbul Havalimanı sürdürülebilirlikle ilgili küçük bir proje için bana danıştı. Onlara toplamda 22 eser yapılabileceğini, bunu 22 adet ayrıştırılmış atık türünü seçerek gerçekleştirebileceğimizi aktardım.

Benim sanat eserlerimde insan ana odakta yer alıyor. Bütün doğa sorunlarını yaratan canlının insan olduğunu ve bunlara çözüm bulabilecek olanın da insan olduğundan hareketle yaş, ırk, millet, cinsiyet fark etmeksizin insan portreleri yaparak bir farkındalık yaratabileceğimizi düşündük ve bu projeyi hayata geçirdik. Gündelik tüketim nesnesi olan nesnelerin çok uzaktan yağlı portre olarak algılanması, yakınlaştığımızda ise bunların her gün tükettiğimiz nesneler olduğunu görmek izleyiciyi ayrıca heyecanlandırdı ve şaşırttı. Bu bağlamda her bir nesnenin ne kadar kıymetli olduğunu ve doğru kullanıldığı takdirde bir hammaddeye dönüştürülebileceğini tüm dünyaya anlatmış olduk. 

Sanat hayatınızın erken dönemlerinde resim ve heykel gibi daha geleneksel sanat formlarıyla çalıştınız. Bu klasik formlardan, atık malzemelerle yaptığınız çalışmalara geçiş süreciniz nasıl şekillendi?

Öncelikle Anadolu çok zengin bir coğrafya. Mozaiklerin, hatların, çinilerin, seramiklerin olduğu zengin kültürel mirası olan bir coğrafya. Her yerde sanatın var olduğunu görebiliyorsunuz. Maalesef ki Güzel Sanatlar eğitiminde bizim coğrafyamızda bir eğitim mevcut değil; sanatı sadece resim denilen yağlı boya tekniği üzerine sıkıştırılmış bir ifade aracı olarak görmeye başladılar. Ben buna karşı çıktığımı söyleyebilirim. Yüzyıllardır Anadolu coğrafyasında sanat hep vardı, insanlık tarihi boyunca sanat hep vardı. Sadece kendini şekillendirme biçimleri teknik açıdan değişiyordu.

Ben aslında kendi geleneksel hikayemizden beslenerek yola çıktım. Kırkyama, mozaik ve çini gibi farklı teknikleri bugünün sanat anlayışıyla uyarlayarak yeni bir sanat formu inşa etmeye çalıştım. Buradaki teknik çözümlemem atık olan nesneler üzerine yoğunlaştı. Tabii ki bütün bu sanat tarihi bilgisine sahip olmadan, o teknikleri öğrenmeden yeni bir teknik inşa edebilmek pek mümkün değil. Ben Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni birincilikle tamamladım. Sanat tarihi, sanat felsefesi, sanatın sosyolojisi ve sanatın aslında nasıl doğduğuyla ilgili çok fazla araştırma yaptım. Bu araştırmaların sonucu da beni aslında bugünkü sürdürülebilir sanat tanımını ortaya atma noktasına evirdi.

Atık materyallerle sanat yaparken karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdir? Zorlayıcı bir malzemeyi esere dönüştürme sürecinizde nasıl bir yöntem izliyorsunuz?

İlk defa karşılaştığım, daha önce kullanmadığım bir malzeme başlangıçta benim için en zorlayıcı malzeme oluyor. Çünkü o malzemenin yapıştırılması mı gerekiyor, kesilmesi mi gerekiyor, vidalanması ya da zımbalanması mı gerekiyor, ton geçişlerinde ne kullanmak lazım, bu malzemede her renk mevcut mu, portreyi ve ifadeyi verirken öncelik sıram ne olmalı gibi birçok soruyla karşılaşıyorum. İkinci kez o malzemeyle bir eser yaptığım zaman ise artık ne yapacağımı ve ne yapmayacağımı biliyor oluyorum.

Sanat ve zanaat arasındaki ilişkiyi kendi kariyeriniz üzerinden nasıl değerlendiriyorsunuz?

Benim aslında bütün bu projelerimin adı Ready Remade. Kavramsal sanatın ortaya attığı Readymade diye bir tanım var. Sanatçı herhangi bir nesneye temas ettiği zaman, örneğin bir domates kasasını yere koyduğu zaman o artık bir sanat eseri kabul ediliyor. Ben bu kavramın getirdiği yapıya tamamen karşı olan bir sanatçı olarak Ready Remade kavramını savunuyorum.

Sanatçının bir şeye elinin değmesi yeterli değil. Orada zaman geçirmesi, o nesneyle bütünleşmesi gerekiyor. Onun için de zanaatını konuşturması gerekiyor. Herhangi bir kişi ‘Bu eseri ben de yapabilirim’ kolaylığını hissedebilse de ‘Bu deli işiymiş’ demeli ki sanatın farklı bir dili olduğunu hissedebilsin. O yüzden benim için zanaatkarlık kısmı kavramlar kadar önemli. Bir eserin eser olduğunu hissettirebilmek için onun en ince detayına kadar işlenmesi, düşünülmesi ve hissettirilmesi gerekiyor. O yüzden benim eserlerimde yüzde 50 kavram, düşünce ve felsefeyse, yüzde 50 de tamamen zanaattır ve zanaat benim olmazsa olmazımdır.

 

*Youtube kanalımızda yer alan röportajın tamamına QR Kodu okutarak ulaşabilirsiniz.

Yazıyı Paylaş