
Vücudun kendi bağışıklık hücrelerinin kanser tedavisinde kullanılabilmesi, yani immünoterapi, onkolojik tedavilerde son yıllarda atılan en büyük adım olarak nitelendiriliyor. Bunun nedeni ise ‘immünoterapi’ denilen bağışıklık sistemindeki hücreleri uyararak savaş başlatan bir yöntem olması.
Bu özelliğiyle tedavi edilemeyen bazı kanser türlerinde bile tam şifa sağlayabiliyor. Üstelik kemoterapide gelişen saç dökülmesi, mide bulantısı ve kusma gibi hastanın yaşam kalitesini düşüren ciddi yan etkiler oluşturmuyor.
Kanser tedavisinde sağladığı bu önemli faydaları nedeniyle tıp dünyasında immünoterapi ile ilgili yapılan çalışmalar hız kesmeden devam ediyor.
Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Demir kemoterapiden farklı olarak tümörü değil bağışıklık sistemini hedef alan immünoterapide oldukça başarılı sonuçlar alındığına dikkat çekerek, “İmmünoterapinin onkoloji alanına sağladığı en önemli katkı, tedavi edilemeyen bazı kanser türlerinde bile tam şifa sağlayabilmesi.
Örneğin; metastatik akciğer, kolon ve mide kanserleri tam tedavi edilemez hastalıklardı. Elbette ki tümü değil ama bu kanser türlerinde belli genetik bozukluğu olan hastalarda mucizevi sonuçlar görmek bizi çok heyecanlandırıyor.
Yakın zamanda immünoterapinin de tüm onkolojik tedavilerin olmazsa olmazı olarak yerini alacağını düşünüyoruz” dedi.

Kanserde en ağır tedavi yöntemi olan kemoterapinin pek çok kanser türünde tek tedavi seçeneği olduğu çağın artık kapandığını söyleyen
Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Demir, günümüzde hedefe yönelik tedaviler, biyolojik tedaviler ve immünoterapiler gibi yöntemler sayesinde tedavisi mümkün olmayan kanserlerin bile yıllarca kontrol altında tutulabildiğine dikkat çekiyor.
Kanserle savaşta dönüm noktası oldu
İmmünoterapi aslında tıp dünyasının 70’li yıllardan bu yana bildiği bir tedavi yaklaşımı. İlk olarak geliştirilen sitokinler ile interferonlar gibi bağışıklık sistemini uyaran ajanlar tıp dünyasında büyük heyecana sebep olmuştu.
Ancak bu ajanlarla bağışıklık sistemi uyarılmasına ve aktive edilmesine rağmen kanser hücrelerini düşman gibi görmüyor, bu nedenle yeterli mücadeleyi veremiyordu. Sonuç olarak bu ilaçların kullanımları malign melanom ve böbrek hücreli karsinom gibi bazı kanser türleri ile sınırlı kaldı.
Ancak tıp dünyası pes etmedi ve kanserin bağışıklık sistemini nasıl atlatmayı başardığını anlamak için çalışmalara devam etti.
Bu çalışmalarda, vücudun kendisine hasar vermeden kanser hücrelerini ortadan kaldırma sürecinde, bağışıklık sistemi elemanları arasında çok karmaşık bir etkileşim olduğu; bu etkileşimin pek çok düzeyde farklı şekillerde denetlendiği anlaşıldı
.