KKDİK Yönetmeliği ve Kimyasal Güvenlik Değerlendirme Uzmanlığı

KKDİK Yönetmeliği ve Kimyasal Güvenlik Değerlendirme Uzmanlığı
  • 16.01.2018
İletişimin dünya tarihinde hiç olmadığı kadar geliştiği, yaygınlaştığı ve hız aldığı günümüz dünyasında artık bir gelişmenin, bir haberin veya bir uygulamaya dair etkilerin dünya çapında yaygınlaşması çok kısa sürüyor. Bu sayede dünyanın her yerindeki yeni gelişmeleri takip edebiliyor ve yeni trendlerden haberdar olabiliyoruz. Bu şüphesiz ki endüstrileri de yakından ilgilendiriyor. Yaşamakta olduğumuz dünyanın kaynaklarını hızla tüketiyor olduğumuz bir gerçek. Bu anlamda artık gerek kamu gerek özel sektör, adımlar atmak ve aksiyon almak  gereğinin farkında. Girişimciler de pazarda uzun solukluyer alabilmek için daha sürdürülebilir ürünlere yönelmek gerekliliğinin ayırdına varmış durumda. Kısaca bugün yeni bir buluşun ya da ürünün başarıya ulaşma şansı ancak sürdürülebilir, çevreye ve insana zararlılığı en aza indirgenmesi ile mümkün. Aksi takdirde ürün ne kadar kullanışlı ve cazip olsa bile uzun vadede başarı sağlaması ve yatırımcısına getiri sağlaması mümkün değil. Otomotiv endüstrisini ele alalım mesela. Ne kadar ucuz, kullanışlı ya da konforlu olursa olsun bu saatten sonra fosil yakıt tüketen CO2 salınımı yüksek bir aracı imal ederek uzun vadede başarı sağlamak mümkün değildir. Şüphesiz ki aynı örnek tüm endüstrilere uyarlanabilir.
Bu perspektiften bakıldığında, daha az zararlı ve daha sürdürülebilir ürünlere yönelmek, ilk aşamada girişimin ve yatırımın maliyetini artırıyor gibi görünse de uzun vade ve sürdürülebilirliği açısından ele alındığında başarıya daha yakın olduğu görülecektir.
Kimya endüstrisi özelinde yaklaşıldığında geçmiş dönemlerde özellikle de sanayi devrimi ile birlikte hep hedefte yer almış bir endüstridir. Oysa unutulmamalıdır ki kimya endüstrisi olmaksızın günümüz koşullarında insan ve çevrenin refahını sağlamak mümkün değildir. Bitki koruma ürünlerinden dezenfektanlara, ilaç endüstrisinden gıdaya kimya ve kimyasal ürünler her yerde ve her alanda insana hizmet etmekte. O zaman yapmamız gereken gerek endüstriyel gerekse günlük yaşamda kimyasalları bilinçli kullanmak ve onların risklerini elimine edecek tedbirleri uygulamak olmalıdır. İktisadi anlamda başarı için de sürdürülebilir ve zararlılık açısından riskleri önlenebilir, yönetilebilir ürünlere yönelmek gerekir. 1980’lerde başlayıp 2000’lerin başlarında hızlanan bir akım ile birlikte gerek Birleşmiş Milletler gerek se de AB, Japonya ve ABD gibi gelişmiş ülkelerde kimyasallara dair verilerin derlenmesi, risklerinin tespiti ve bunların yönetilmesi adına bir takım mevzuatsal gelişmeler yaşanmaktadır. Bu gelişmeleri iki başlık altında ele alacak olursak bunlardan biri zararlılık iletişimi alanında diğeri de kimyasallara dair bilimsel verilerin derlenmesi alanında gerçekleşmiştir.

Zararlılık İletişimi

Kısaca değinecek olursak Birleşmiş Milletler öncülüğünde Kimyasallara dair zararlılığın ve bu zararlılığın gerçekleşmemesi için kullanıcılar tarafından alınması gereken önlemlerin iletişimi için GHS (Global Harmonize Sistem) kurgulanmıştır. Ülkemizde de SEA yönetmeliğinin 11 Aralık 2013 yılında yayımlanması ile GHS’i uygulayan ülkeler arasında yer almış ve global mevzuat ve rekabet açısından endüstrisini gelişmiş endüstri ülkeleri seviyesine taşımıştır. Maddeler için 1 Haziran 2015 karışımlar için ise 1 Haziran 2016  tarihi itibarı GHS uyumlu olan SEA sınıflandırmasına ve etiketlemesine geçilmiştir. Tabi ki bu geçiş endüstri için maddi külfet ve iş  yükü getirmiş ve geçiş sürecinde zorluklar yaşatmıştır ancak spor yapan bir bedenin spor sonrası ağrıları gibi bu yük ve külfet  atlatıldıktan sonra endüstrimiz gerek iç gerek dış piyasada zararlılık iletişimini geliştirmiş hem de rekabet gücünü artırmıştır.

Kimyasalların Kaydı Değerlendirilmesi İzni ve Kısıtlanması Yönetmeliği

Mevzuat alanında kimya endüstrisini ilgilendiren bir diğer gelişim de kimyasallara dair bilimsel verilerin derlenmesi sureti ile elde edilecek verilerin kimyasalların kullanımını ıslah amacı ile kullanılmasını öngören yönetmeliklerdir. İşin özü açısından yaklaşacak olursak esasen bu yönetmelikler kimyasalları kendilerini izaha davet eden bir yaklaşımdır. Yani kimyasalların çevre ve insan sağlığı açısından töhmet altında kalmasındansa haklarındaki bilimsel verilerin derlenmesi, bu verilerin değerlendirilmesi sonucunda risklerinin nasıl ıslah edilebileceğinin tespiti, riskleri elimine edilemeyenlerin kullanımının izne bağlanması ya da kısıtlamaya tabi tutulması amaçlanmaktadır. Şimdi gelelim bu yönetmeliklerin bizlere sağlayacağı faydalara: Bunları da bazı güncel ve yaşamsal örnekler kullanarak açıklamakta fayda görüyorum. Otomobiller, vazgeçemeyeceğimiz araçlarımız. Teknolojik gelişmeler ve yapılan yüksek kaliteli yollar ile her geçen gün daha hızlı ve daha konforlu yol almamızı sağlıyorlar. Ancak diğer bir yandan da hızlandıkça daha tehlikeli hale geliyorlar. Bunu kontrol altına almak için ise otomotiv endüstrisi her geçen gün yeni teknolojik gelişmeler ortaya koyuyor. Eskiden arabalarımızda yer almayan airbag, gergili aktif emniyet kemeri ve benzeri birçok donanım bizi daha da hızlanan araçlarımızla yaptığımız yolculuklarda  güvende kalmamızı ve daha az zarar görmemizi sağlıyor.
70-80’lerde lüks bir opsiyon olan bu tür donanımlar ise artık bir aracı  piyasaya sürebilmenin ön koşulu olmuştur. İşte bahsi geçen mevzuatlarda da durum böyledir.
Kimyasallardan vazgeçemeyeceğimize göre onların risklerini önce verileri derleyerek (Kayıt) tespit etmemiz (Değerleme) ve alınacak çeşitli önlemlerle, var ise bu zararlılıkları ıslah ve elimine etmemiz gerekmektedir. Eğer ki bu zararlılık her şeye rağmen bazı koşularda  ıslah edilemiyor ise bu koşullar için kullanımı kontrol altına almak (İzin) ya da bazı durumlar için de yasaklamak (Kısıtlama)  durumundayız. Gelişmiş ekonomilerde bu alanda 1960’lara dayanan mevzuat çalışmaları yaşanmış ve her takip eden dönemde sistemin daha da işlerlik kazanmasına yönelik geliştirmeler yapılmıştır. Son ve güncel olarak AB’de yayımlanan REACH mevzuatı bu konuda atılmış olan en kapsamlı adım olarak karşımıza çıkmış ve global bir etki yaratmıştır. REACH ve benzeri mevzuatlar anlamına gelen ‘’REACH like regulations’’ kavramı altında birçok ülkede benzer mevzuatlar devreye girmiştir. ABD, Kanada, Çin, Malezya, Güney Kore, Tayland, Tayvan, Japonya ve Rusya bu alanda mevzuat yayımlayıp kimyasalları kontrol altına almayı hedefleyen ülkeler olarak sıralanabilir. Türkiye Cumhuriyeti olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 23 Haziran 2017 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan KKDİK (Kimyasalların Kaydı, Değerlendirmesi, İzni ve Kısıtlanması) Yönetmeliği ile yurdumuzda da bu konuya dair yasal gereklilikler ortaya konmuş oldu. Evet, endüstri için yeni bir külfet ve yük getireceği yadsınamaz bir gerçek ama getirecekleri, öğretecekleri açısından değerlendirildiğinde endüstrimiz için geliştirici olacağı ve rekabet gücünü artıracağı da bir gerçek.
Haydi birlikte uygulanmamış olduğunda getireceği sonuçları ve uygulanmasının getirecekleri hakkında biraz kafa yoralım. Öncelikle birtakım kimyasallar için kısıtlama getirecekseniz bir hukuk devleti ve Dünya Ticaret Örgütü’nün bir üyesi ülke olarak bunun için nedenler ortaya koymanız gerekmektedir.
Elinizde değerlendirmeye tabi tutacak veri mevcut değil ise neye dayanarak birtakım kimyasalların ülkemizde kendi halinde, karışım içerisinde veya bir eşyanın içerisinde pazara sürülmesini engelleyeceksiniz? Demek ki diğer ülkelerde kısıtlanmış olan kimyasalların satılabildiği bir çöplük pazar olmamak için bilimsel dayanağa ve bu dayanak için de KKDİK in Kayıt dosyası adı verilen verilere ihtiyacımız var. Bu şekilde bu verilere dayalı olarak yetkili otoritelerin yapacağı değerlendirme sonrasında hem kimyasalların zararlılıkları ve kullanımı hakkında veri sahibi olabilecek hem de bu verilerin değerlenmesi yoluyla hangi kimyasalı kısıtlamamız veya kullanımını izne bağlı hale getirmemiz gerektiğini tespit edebilmiş olacağız. Kimyasalların herhangi bir değerlemeye, veriye dayalı olarak kısıtlamaya tabi tutulmadığı mevzuat ortamında üretilen ürüne gerek iç gerekse global pazarda hangi tüketici ya da aracı güvenebilir ki! Dolayısıyla mevzuatların uygulanması uzun vadede yurdumuz menşeili ürünlerin itibar yitirmeksizin tercih edilmesini ve sürdürülebilirliğini sağlayacaktır. Yine aynı şekilde Ar-Ge açısından değerlendirilecek olursa, KKDİK Mevzuatının getireceği hükümler açısından değerlendirildiğinde Ar-Ge faaliyetlerinin mevzuat anlamında sürdürülebilir ürünlere yönelmesi gereğini ortaya çıkaracaktır. Ar-Ge faaliyetleri doğrultusunda bir kimyasal ürün veya madde ortaya koymanız o madde ile ilgili zararlılık değerlemesini en başta ortaya koyma gereğini doğurur. Yoksa sonuçta yakın vadede kontrol altına alınamayan zararlılıkları nedeniyle kısa sürede kısıtlanabilecek bir maddenin keşfi için çok miktarda para ve işgücü kaybetmiş olursunuz.

KKDİK Kapsamında Kimyasal Değerleme Uzmanı

KKDİK Yönetmeliğinin endüstriyel hayata getirdiği yeni konsept ve yükümlülüklerden biri de Kimyasal Değerlendirme Uzmanı gerekliliği. Yönetmeliğin A.B. REACH mevzuatına kıyasla önemli farklarından biri olan Ek 18 Kimyasal Değerlendirme Uzmanlığı ve bu uzmanların eğitimi ve sınavına dair detaylar içeriyor. Türk mevzuatlarının bu alanda geçmişten gelen bazı tecrübeler ile şekilleniyor olduğu düşüncesindeyim. Şöyle ki; sanayi kimyasallarının yönetimi üzerine ilk kapsamlı yönetmelik dönemin Çevre Bakanlığı tarafından 11 Temmuz 1993 tarih ve 21634 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan “Zararlı Kimyasal Madde ve Ürünlerinin Kontrolü Yönetmeliği”dir ve Güvenlik Bilgi Formlarının hazırlanmasına ve dağıtımına ilişkin usul ve esasları belirleyen ilk yönetmeliktir. Bu yönetmeliğin uygulanmasına dair daha sonra 11 Mart 2002 tarihinde 21634 sayılı Resmi Gazete’de Güvenlik Bilgi Formlarının Düzenlenmesine İlişkin Usul ve Esaslar Tebliği yayımlanmıştır. Bu tebliğin 5. Maddesinde her ne kadar ‘’Güvenlik Bilgi Formları güncelleme eğitimi de dahil olmak üzere, uygun eğitim almış profesyonel kişiler tarafından düzenlenir’’ diye belirtiyor olsa da bu anlamda eğitim almış yeter personel sayısına ulaşılmaması otoriteyi bunu bir sınava tabi tutma zorunluluğu noktasına getirmiştir. Bu süreci takiben 2008 yılında yayımlanan 27092 sayılı Tehlikeli Maddeler ve Müstahzarlara İlişkin Güvenlik Bilgi Formlarının Hazırlanması ve Dağıtılması Hakkında Yönetmelik kapsamında GBF hazırlayıcıların sınav ve sertifika sahibi olma zorunluluğu getirilmiştir. Her ne kadar yönetmelik eğitim konusunu bir şart olarak koşmamış olsa da sınavda başarılı olabilmek için adaylar eğitimlere katılmış, bu vesileyle de yurdumuzda bu alanda eğitilmiş kişi sayısında ve elde edilen bilgi seviyesinde kayda değer artış olmuştur.
Bu eğitim ve sınavların sektörün global rekabet açısından kat ettiği yolu sanırım benim gibi tüm endüstri üyeleri takdir edecektir.
Zira bu sınav ve sertifikasyon gereği öncesinde, hele ki ihraç ürünler için yurt dışında itibar edilecek bir Etiket ve Güvenlik Bilgi Formu hazırlayacak kişi sayısı sektörün talebini karşılayamayacak seviyede idi. Her ne kadar bu hükmün devreye girdiği 2008 yılından itibaren sektöre yük getirmiş gibi görünse de bugün hem ihraç ettiğimiz kimyasalların Etiket ve GBF’lerinin hazırlanmasında hem de ithal ettiğimiz hammadde Etiket ve GBF’lerinin anlaşılır ve mevzuata uygun bir dil ile hazırlanıyor olmasında bu yönetmeliğin ve getirdiği sınav hükmünün yeri ve getirisi büyüktür. Amiyane tabiri ile öldürmeyen acının güçlendirdiği sözünde olduğu gibi bu tür yükümlülükler yurdumuz endüstrisinin rekabet gücünü ve global pazardaki imajını güçlendiren sonuçlar doğurmaktadır. Bu uygulamanın bir benzeri şimdi karşımıza KKDİK Yönetmeliği ile birlikte ‘’Kimyasal Değerleme Uzmanı’’ adı ile çıkmaktadır. Otoritenin bu anlamda endüstride hedeflediği kapasite ve personel artışı ilk başlarda endüstriyi zorlayacak olsa da ilerleyen dönemde gerek iç piyasada gerekse global pazarda piyasaya sürülecek ürünlerimizin Kimyasal Güvenlik Değerlemesi’nin firmalarımız personeli tarafından yapılabilmesine ve tüketici veya kullanıcıları tarafından güvenilerek kullanılabilmesine imkan sağlayacaktır.
Zira bu anlamda Kimyasal Güvenlik Değerlemesini yapacak kapasiteye sahip kişileri yetiştirememiş bir ülke olarak bu değerlemenin başka ülkeler ve uzmanlar tarafından bize dikte ettirilmesine ve ürünlerimize kapıların haksız yere kapatılmasına mahal vermiş olacağımız karşımıza çıkacak bir ihtimaldir.
Yönetmelik hükümleri uyarınca ve konuları Ek 18’de belirtilen başlıklardan oluşan toplam 64 saat eğitim görme şartı bulunan Kimyasal Değerleme Uzmanları daha sonra TÜRKAK tarafından (TS EN) ISO/IEC 17024 standardına göre akredite olmuş kuruluşların sınavlarına girecek ve 70 ve üzeri puan almaları durumunda Kimyasal Değerlendirme Uzmanı Yeterlilik Belgesi almaya hak kazanacaklardır. Bu açıdan bakıldığında gerek bu eğitimler gerekse de sınav ve alınacak belge ile hem endüstrimizin tüm dünyada ülkeler tarafından zincirleme bir etki ile yürürlüğe soktukları kimyasal kontrol mevzuatlarına uyumu anlamında yerli ve milli işgücü ve yeterlilik kapasitesine erişmesi sağlanacak hem de bu alanda endüstri üyelerinde farkındalık ve bilinci artıracaktır. Yönetmeliğin birçok hükmünün 23 Aralık 2017’de yürürlüğe girmesi ile Bakanlık eğitim verecek kuruluşları ve eğitim programlarını onaylamaya başlayacak bunu takiben de sınav ve belgelendirme kuruluşları önce programlarını Bakanlık onayına sunacak ve bu onay sonrası TÜRKAK‘a akreditasyon başvurusu yapacaklardır.        

Yazıyı Paylaş