KKDİK (Kimyasalların Kaydı, Değerlendirmesi, İzni ve Kısıtlanması)

KKDİK (Kimyasalların Kaydı, Değerlendirmesi, İzni ve Kısıtlanması)
  • 08.01.2018
paintistanbul & Turkcoat 2018 Kongre Bilimsel Kurul Başkanı Sayın Engin Çörüşlü, Boya ve Kimya Sanayi için önemli olan REACH’i uyumlaştıran KKDİK (Kimyasalların Kaydı, Değerlendirmesi, İzni ve Kısıtlanması) Yönetmeliği hakkında değerli görüşlerini bizimle paylaştı. Bununla birlikte, Dünya Boya Sanayi’nde Türkiye’nin konumuna, sektörün ham madde temini ve sorunlarına da değinen Sayın Çörüşlü ile keyifli bir söyleyişi gerçekleştirdik.

Okurlarımıza kısaca kendinizden, eğitim durumunuzdan ve profesyonel özgeçmişinizden bahsedebilir misiniz?

Haydarpaşa Lisesinden sonra Kimya Mühendisliği eğitimi gördüm. Daha sonra fizikokimya bilim dalında yüksek lisans ve doktora yaptım. Meslek hayatımın çok büyük bölümünde boya sanayisinde çalıştım. Onun da hemen hemen tümünde teknik görevler üstlendim. Doktoradan önce, ülkemizin önde gelen boya firmalarından birinde önce araştırma mühendisi, daha sonra araştırma uzmanı olarak yaklaşık 5 yıl çalıştım, daha sonra üniversiteye döndüm ve doktora yaptım. Ardından halen çalıştığım şirkette araştırmacı olarak çalışmaya başladım. Şirketimizin adı başlangıçta Kemipol’dü, daha sonra oluşturduğumuz ortaklıklara bağlı olarak sırasıyla Akzo Kemipol ve AkzoNobel Kemipol isimlerini aldı. Halen AkzoNobel Kemipol’ün kardeş şirketi sayabileceğimiz Kansai Altan firmasında teknolojiden ve kaliteden sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapıyorum.

Kansai Altan Boya sanayi hakkında okuyucularımıza kısaca bilgi verir misiniz?

İzmir’de 100 bin m²’lik alanda konumlandırılmış 80 bin ton kapasiteli bir boya üretim şirketiyiz. Aynı zamanda boyanın ana ham maddesi olan polimer ihtiyaçlarının yaklaşık %78’ini de aynı yerleşim alanında yer alan 18.000 ton kapasiteli polimer üretim tesisimizde üretiyoruz. Teknolojik ehliyeti ve araştırma merakı yüksek bir firma olduğumuzu düşünüyorum. Ar – Ge faaliyetlerine, boya sanayisinde alışılmış değerlerin oldukça üzerinde, kaynak ayırıyoruz.

AB’nin REACH tüzüğünü uyumlulaştıran KKDİK konusunda görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?

AB’nin REACH tüzüğü yayımlandığından bu yana 11 yıl geçti, yayımlandıktan 6 ay sonra da yürürlüğe girmişti. Önce REACH’in ne olduğunu ve ne amaçla yürürlüğe konduğunu hatırlamamızda yarar var.

AB’nin bu tüzüğü yayımlamaktaki amacı neydi?

Çok kısa ifade edersek, insan ve çevre sağlığını korumak diyebiliriz. Neye karşı? Kimyasal maddelere. Bazı çevreler bu tüzüğün Avrupa kimya sanayisi için yüksekçe bir koruma duvarı oluşturmak gibi ticari, hatta “milliyetçi” bir amacı olduğunu da ileri sürdüler ama bunun doğru olmadığını bugün görmüş bulunuyoruz. Tüzüğün öngördüğü kayıt ve izin sistemi sadece Avrupa dışından Avrupa’ya kimyasal madde veya karışım getiren firmalar için değil, Avrupa’da üretim yapan firmalar için de aynen geçerlidir. Avrupa dışından birçok firma tüzüğün öngördüğü kuralları yerine getirdikleri takdirde satışlarını devam ettirebilmektedirler. Tüzükten önceki duruma göre onların maliyetlerinde Avrupa’da üretim yapan firmalara göre çok önemli bir farklılık doğmamıştır. Uzak doğulu ve ABD’li birçok firma Avrupa’ya eskiden olduğu gibi kimyasal madde ihracatı yapabilmektedir. Başka bir deyişle, Avrupa’da üretim yapmayan firmaların maliyet yoluyla Avrupa pazarından dışlanmaları söz konusu değildir. Avrupa pazarına yılda 1 ton veya üzerinde sunulan 100.000’den fazla madde bulunuyor. Oysa REACH yürürlüğe girmeden önce bu sayı 30.000 tahmin ediliyordu.Sadece bu fark bile kimyasal madde kullanımı ve maruziyetinin boyutunu anlamamıza yeter. REACH konusunda bazı eleştiriler de kimyasal madde maruziyetinin Avrupalılar tarafından çok abartıldığı, Avrupalıların insan ve çevre sağlığı konusunda gereğinden çok duyarlı olduğu biçimindeydi. Bu eleştirilerin hala devam ettiğini söyleyebilirim. Önce bir parantez açmama izin verin: Yurt içinde ve yurt dışında, kimyasal madde alanında çalışan teknik arkadaşlar genellikle mevzuattan hoşlanmıyorlar; mevzuatı,faaliyetlerini sınırlandıran, zorlaştıran ve çok da gerekli olmayan bürokratik engeller olarak görmek eğiliminde olabiliyorlar (mevzuatın işlerimizi zorlaştırdığı doğrudur, zira her yeni düzenleme çoğunlukla bir yeni bariyer anlamına geliyor). Başka bir deyişle, kimyasal maddelerin ve bunların karışımlarının tasarımından ve üretim süreçlerinden sorumlu olan teknik elemanlar, risklerin gereksiz yere büyütüldüğünü düşünüyorlar. Bugüne kadar yurt dışında ve yurt içinde mevzuattan şikayetçi olmayan teknik elemana pek rastlamadım.

Peki, bu ne kadar gerçekçi bir anlayış?

Buna yanıt vermeden önce sektördeki çok önemli bir gelişmeden söz etmek istiyorum. Teknik arkadaşlar mutlaka bilir, Titanyum dioksit için yeni bir risk ifade edildi. TiO2’nin solumayla kansere neden olabileceği yolunda bir risk tanımı yakında yapılacak gibi görünüyor. Başlangıçta daha ağır bir risk tanımı önerilmişti ama ECHA bünyesindeki risk değerlendirme komitesi (Risk Assessment Committee) risk tanımını biraz yumuşattı, ama bu haliyle bile eskisinden çok daha riskli bir konuma getirmiş oldu. Kesinleşmesi için AB Komisyonunun kararını bekliyoruz. Geçmişten günümüze uzanan daha çarpıcı bir örnek vermek isterim. Geçen yüzyılın başlarında inşa edilmiş olan konutların iç duvarlarındaki boyalarda beyaz pigment olarak kurşun karbonat yaygın olarak kullanılıyordu, 1950’li yıllara kadar bu devam etti. O yıllardan itibaren TiO2 toksik olduğu kesinleşen PbCO3’ın yerini almaya başladı. Unutmayalım ki, 1950’den önce insan kanında güvenli sayılan Pb üst sınırı 800 ppm’den yüksekti, bugün ise 50 ppm’in altında bulunuyor. Buna karşılık yakın zamana kadar kanserle ilişkilendirilmemiş olan TiO2 için şimdi soluma yoluyla kansere neden olabileceğine dair bir uyarı getiriliyor. Görüldüğü gibi kimyasal maddelerin sağlığımız üzerindeki etkilerine ilişkin görüşler zamanla değişebiliyor. Bugün güvenli düşündüğümüz kimyasal maddelerin zaman içinde önemli sayılabilecek sağlık riskleri içerdiği anlaşılabiliyor. Bu nedenle kimyasal maddelerin mutlaka ciddi bir denetim altında bulundurulmalarını zorunlu görüyorum. REACH bunu sağlamayı amaçlıyor. Bizde yeni yayımlanıp yürürlüğe giren KKDİK, REACH’i esas aldığı için REACH’e büyük oranda benziyor. 2017 Aralık ayında yürülüğe girdi. Kayıtların 2020 yılında başlaması ve 2023 yılında tamamlanması öngörülüyor. Malzeme güvenliği ve riskleri için REACH’tekine benzer çalışmaların yapılması gerekiyor. Örneğin Türkiye’de yerleşik bir firma bir ürünü için Avrupa Kimyasal Ajansına bir dosya vermişse bunu Türkçeleştirerek Türkiye’deki mercilere de verebilecek, aynı dosya burada da geçerli sayılacak. KKDİK’in REACH’ten farklı olduğu yönler var ama bunlar çok temel alanlarda değil. Kişisel görüşümü sanırım ifade etmiş oldum, tekrarlamam gerekirse, REACH’i çok olumlu buluyorum, KKDİK de zorunluydu, yürürlüğe girmesini çok sevindirici buluyorum, ülkemizdeki çevre ve insan sağlığı açısından önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Yalnız sizi uyarmam gerekir, bu benim kişisel görüşüm. Bosad’ın ve temsil ettiği firmaların, en azından bazılarının görüşleri bu doğrultuda olmayabilir.

Son 3 yıl içinde Dünya Boya sanayisinde Türkiye’nin yerini değerlendirir misiniz? 2018 Türkiye Boya Sanayisi ve gelişimi konusunda öngörüleriniz nelerdir?

Malzeme teknolojileri alanında dünyada önemli gelişmeler yaşanıyor. Bunlar kısmen boya teknolojilerine de yansıyor. Yenilikler daha çok uçak ve otomotiv orijinal boyalarında ortaya çıkıyor. Diğer sektörlerde de gelişmeler var ama bunların dinamikleri daha zayıf. Otomotiv boyaları alanında en önemli teknolojik gelişmeler boyadan beklenen dış dayanımın, korozyon direncinin, kimyasal direncin, çizilme ve çarpmaya karşı direnç gibi mekanik özelliklerin yanısıra görsel özelliklerin iyileştirilmesi yönünde oluyor. Ayrıca uçucu organik bileşiklerin azaltılması, tehlikeli maddelerin boya formüllerinden çıkarılması gibi çevre ve insan sağlığıyla ilgili talepler de yine gündemde kalmaya devam ediyor. Genel Sanayi Boyaları, Fonksiyonel Boyalar ve Koruyucu Kaplamalar alanlarında da benzer eğilimler var. Daha ince boya filmiyle daha iyi koruma sağlamak genel bir gelişme doğrultusu gibi düşünülebilir. Bu hem maliyet açısından hem de uygulama kolaylığı açısından tercih edilen bir yol oluyor. İnşaat boyalarında ise, organik çözücülerin formüllerden tamamen çıkarılmaya çalışıldığını görüyoruz. Bu alanda temel hedeflerden biri de uygulayıcıya kolaylık sağlamak oluyor. Teknolojik yenilikler konusunda Türkiye maalesef henüz istediğimiz yerde bulunmuyor. Bunun bir nedeni boya sanayisinde kullanılan ham maddelerin önemli bölümünün yerli üretilmiyor olmasıdır. Örneğin pigmentlerin tümü, polimerlerin ana girdileri olan monomerlerin büyük çoğunluğu, katkıların ve organik çözücülerin çok büyük kısmı ithal ediliyor. Oysa malzemedeki yeniliklerin önemli bir kısmı bu tür kimyasalları üreten firmalar tarafından yapılıyor. Türkiye’de yapılan teknolojik yenilikler, en çok polimer sentezi alanında ortaya çıkıyor. Kendi polimerlerini kendileri tasarlayıp üreten boya firmalarının bu açıdan bir üstünlüğü oluyor. Bu özellikle otomotiv orijinal boyaları ve sanayi boyaları açısından çok önemli. Boya üretim miktarı açısından Türkiye daha iyi bir konumda. Avrupa’da önde gelen üreticiler arasındayız. Ayrıca ülkemizde bu alanda hala önemli bir gelişme potansiyeli var. Kişi başı boya tüketimi açısından Avrupa ortalamasının kabaca yarısı düzeyindeyiz (20 kg’a karşılık 11 kg). Dünya ortalamasının da hala gerisindeyiz (17 kg). Dolayısıyla Türkiye’de boya sektörü gelişmeye ve istihdam yaratmaya devam edecektir. Bununla birlikte dönemsel sorunlar da yaşanabiliyor. Bir süredir inşaat boyaları alanında beklenen gelişmede bir ivme kaybı gözleniyor. Buna karşılık otomotivde ve sanayi boyaları alanında, özellikle ihracata dönük eşya üreten firmaların boya talepleri nedeniyle daha belirgin bir büyüme görüyoruz. Boyanın kendisi önemli bir ihracat kalemi olmuyor. Ama eşya ihracatı, iç pazardaki boya talebini dolaylı olarak canlı tutuyor.

Sektörün ham madde temini konusundaki mevcut durumunu değerlendirebilir misiniz? Bu alanda ne tür sorunlar yaşanıyor, bu sorunlar nasıl çözülebilir?

Ham madde temini başlığı altında birçok sorunu görüşebiliriz. Bunların bir kısmı kimi zaman yaşanan temin güçlükleri veya arz-talep dengesindeki kısa süreli değişikliklere bağlı gündelik sorunlar. Bunlara girmek istemiyorum. Bunların önemsiz olduğunu katiyen söylemiyorum ama Sektörün tümünü daha derinden ve uzun vadeli etkileyen başka önemli sorunlar var. Bunları birkaç başlık altında toplayabiliriz. Ben burada ikisi üzerinde durmak istiyorum. Birincisi kaynak sorunu. ham maddeler çok büyük ölçüde yurt dışından temin ediliyor. Yurt içinden temin edilen ve görece düşük katma değer içeren öğütülmüş doğal mineraller ve su dışında yurt içinde üretilen ilk madde miktarı çok düşüktür. Boyanın temel girdisi olan polimer maddeler genellikle yurt içinde üretiliyor ama bu polimerlerin ham maddelerin yani monomerlerin pratikçe tümü yurt dışından temin ediliyor. Çok az sayıda poliester ham maddesi yerli temin edilebiliyor ama bunlar da TL ile satılmıyorlar, Avrupa pazarındaki fiyatlara hizalanıyor ve EURO veya USD cinsinden fiyatlandırılıyorlar. Bu önemli bir sorun ve ancak kimya sektöründe büyük ölçekli yatırımlarla giderilebilir. Bu kolay değil, önemli güçlükleri var, ama bunun detaylarına burada giremeyiz. Benzer şekilde pigmentler ve solventler de çok büyük ölçüde yurt dışından temin ediliyor, dolayısıyla hem yurt dışına bağlıyız hem de maliyetlerimiz EURO veya USD temelinde gerçekleşiyor. Oysa iç Pazar’da TL ile satış yapmak zorundayız. Bunun getirdiği birçok karmaşık sorun var, burada ayrıntısına girmemiz mümkün olmaz ama bu sorunların boyutunu ve karmaşıklığını tahmin edebileceğinizi sanıyorum. İkincisi ise denge sorunu. Bu sorunu nasıl tanımlamam gerektiğinden emin değilim. Denge sorunu demeyi tercih ettim, belki şimdi kısaca anlatınca siz daha isabetli bir karşılık bulabilirsiniz. Boya sanayisine ham madde temin eden birçok firma hem tekel niteliği taşıyor hem de bizlerle kıyasalandığında çok büyük iş hacimleri var. Bizim bu firmalar karşısında gücümüz sınırlı oluyor. Bazan bu firmalar kendi koşullarını sert biçimde bizlere yansıtabiliyorlar, dolayısıyla bunlarla ilişkilerimizde genellikle denge yok. Bu sorunların çözümü için tekel niteliği taşıyan ve fiyat baskısı uygulayan firmalara karşı ortaklaşa malzeme temini gibi yollara gidilebileceğini düşünebiliriz. Bunun gerçekleşme olasılığını yüksek görmüyorum ama bu hususta bizim yurt içinde alabileceğimiz başka önlemler bulunabileceğini sanmıyorum. Belirttiğiniz bu sorunlara karşın sektör oyuncularının durumu hakkındaki görüşlerinizi rica edebilir miyiz? Yukarıda biraz değindim, sorunlarımızın önemli bir kısmı, ham madde kaynaklarının dışa bağımlılığından ve ikmalci-müşteri arasında ve bizim müşteri konumunda olduğumuz ilişki düzeninin dengesiz olmasından kaynaklanıyor. Boya sektörü içinde bizim alabileceğimiz en etkili eylem ürün tasarımında ve üretim teknolojilerinde ve proseslerinde yaratıcı olabilmektir. Sağladığımız katma değeri ancak bu yolla artırabiliriz. Tüm firmalar birbirlerine çok benzer ürünlerle rekabet ettiği sürece şirketlerin hem yurt içinde hem de yurt dışında rekabet gücü kazanması zor olur. Bu sadece fiyat savaşlarına yol açıyor, bir vahşet denizi yaratıyoruz. Buna karşılık, yaratıcı ve yenilikçi olmayı başarabilirsek, ürünlerimizi sadece yurt içinde değil, yurt dışında da aranır ve talep edilir duruma getirebilirsek, çok önemli bir ilerleme sağlarız.

Sektöre iletmek istediğiniz mesajı bizimle paylaşır mısınız?

Ar-Ge’ye mutlaka yüksek önem verilmesi gerekir. Firmalar sadece ürün yeniliklerine değil, imalat teknolojileri ve proses tasarımına da eğilmelidirler. Bazı ürün türlerinin imalatında otomasyon, endüstri 4.0 gibi uygulamalar yapılabilir, bu alanda, özellikle inşaat boyaları üretiminde geniş imkanlar bulunduğunu görebiliyoruz. Ama bu yeterli değil. Firmalarımız bunun da ötesinde yaratıcılık gösterebilmelidirler. Eğitim çok önemli bir başka başlık oluyor bu bağlamda. Hem örgün öğretim hem mezuniyet sonrası eğitim hem de iş başında eğitim politikalarını isabetlice belirleyip uygulamak yoluyla boya sektöründeki işgücümüzü bugün bulunduğu düzeyin üzerine çıkarabilmemiz gerekir. Otomasyon ve 4.0 uygulandığında da şirketlerin en önemli sermayesinin nitelikli işgücü olmaya devam edeceğini ve şirketlerin ancak sahip oldukları işgücünün niteliği oranında yükselebileceğinin bilincine varmamız gerekir.        

Yazıyı Paylaş

BÖLÜM SPONSORU