İlk insandan bu yana gelişim adına dünyaya zarar vermiş maalesef tek bir canlı vardır. Buna karşın bu zarar veren akıllı canlı türü olarak biz insanlar müthiş egomuza, tüm gelişmişliğimize, sahip olduğumuz üstün (!) teknolojilerimize, “bildiğimizi bildiğimiz” dipsiz bilgi birikimimize rağmen, halen yaşayabileceğimiz tek bir gezegen var.
Biricik dünyamız. Avcı-toplayıcı toplumdan tarım toplumlarına geçiş yaptığımız andan itibaren rahatı buldukça daha çok üremeye başladık ve homo sapiens nüfusunu hızla artırdık.
Nüfus artışı ise daha çok besine ihtiyaç anlamına gelmekteydi. Bu besini temin etmek adına dünyaya yayıldık, yeni topraklarda ormanları yaktık, tarlalar açtık, hayvanları avladık, evcilleştirebildiklerimizi evcilleştirdik; onların etinden, sütünden ve bize sundukları diğer öğelerden faydalandık.
Nasıl daha çok üretebiliriz diye merak edip bu merakımıza cevaplar aramaya başladık, başka konulara dair sorularla birlikte.
Düşündük, düşünce sistemimizi geliştirdikçe bilimleri yarattık, yarattığımız pek çok şey gibi. Bu da bize dünya dediğimiz bu gezegenin diğer sakinlerini, kendi türümüzün bireyleri de dâhil, yerlerinden yurtlarından etme imkânını verdi. Bu amaçla birçok türü tükettik.
Yok ederken de yeni bir şeyler öğrendik. Öğrendikçe geliştik, geliştikçe daha çok kirletmeye başladık. Dünyamızı çöplüğe çevirdik, yetmezmiş gibi dünyamızın yörüngesini bile yarattığımız teknoloji artıkları ile doldurduk.
Günümüzde insanların doğal kaynakları kullanmaları, kalkınma politikaları ve bununla birlikte ortaya çıkan sınırsızca ve bilinçsizce yapılan tüketimler çevresel sorunlara neden olmakla birlikte büyük tehditlere de yol açmıştır.
Hızla gelişen teknoloji, ozon tabakasının incelmesine, küresel ısınmaya, baca gazlarına, asidifikasyona, ötrofikasyona, insan sağlığını tehdit eden kanserojenlere, eko-toksisiteye, fosil yakıtların tükenmesine, aşırı toprak ve su kullanımına ve benzeri sorunlara neden olmaya başladı.
Karşılaşılan evrensel ekolojik, enerji ve sağlık sorunları, bilim adamlarının ‘‘Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak’’ diyen Kızılderili atasözünü hatırlamalarına neden olmuştur.
Sanayi devrimi ile başlayan, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası coşan sanayileşme çevrenin aşırı derecede kirlenmesine neden oldu.
Özellikle sanayileşme ve modernleşmeyle nüfus artışı, şehirleşme, yaşam kalitesinin yükselmesi, rekabet ve savaşların etkisiyle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çevresel kirlenme ve bozulmayla birlikte, çevreye karşı duyarlılık ve bilinç kazandırmaya yönelik çabalar artmaya başlamıştır.
Şekil 1: Çevre sorunlarında farkındalık yaratan ilk kitap
Çevreye ilişkin kaygılar ilk kez 1949’daki Birleşmiş Milletler Kaynakların Korunması ve Kullanımı Konferansı’nda dile getirildi. Ancak çevreye ilişkin farkındalığın artmasında 1960’larda yayınlanan “Sessiz Bahar” kitabı önemli bir rol oynadı.
Bu tarihi kitap ekolojik algı konusundaki farkındalığı artırdı ve doğal kaynakların aşırı kullanılması ile ilgili tehlikeler konusunda endişe uyandırarak önemli hükümet girişimlerinin yapılmasına neden oldu.
En sade şekliyle maddeyi ve maddenin maruz kaldığı değişimleri inceleyen önemli bir bilim diye tanımlayabileceğimiz kimya; günlük yaşamımızın her detayına nüfuz etmiş, yaşamımızı ve konforumuzu büyük ölçüde etkileyen bir bilim dalıdır.
Başlangıçta modern hayat için gerekli buluşların kaynağı olarak düşünülen kimya, bugün yediklerimizden içtiklerimize, giyiminizden her türlü temizliğimize, ilaçlarımızdan kozmetiklerimize, hatta ölümcül silahlara kadar günlük hayatımızın her anında yer almakta olsa da çoğu kişi tarafından dünyamızı tehdit eden evrensel kirliliğin temel kaynağı olarak da görülmektedir.
İnsanlığın karşı karşıya kaldığı enerji, ulaşım, ısınma, teknoloji, aydınlanma gibi pek çok problemin kaynağı kimya olmakla birlikte, çözüm yolları da yine kimya biliminin katkıları sayesinde olacaktır.
Bu sorunları oluşturan etmenleri ortadan kaldırmak, sorunu çözmekten çok daha etkili bir yöntemdir. Geleneksel kimya yöntemleri ile meydana gelen olumsuzlukların kaynağında yok edilmesi için kullanılacak yöntem “Yeşil Kimya” olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yeşil Kimya, ABD’de 1990 yılında ‘‘Kirliliği Önleme Yasası’’ ile ortaya çıkmıştır. Bu yasanın çıkmasıyla; ilk kez kirliliğe neden olan atıkların oluşumunun önlenmesi hedeflenmiştir. Kimyanın 150 yılı aşkın başarılı geçmişine bakıldığında, Yeşil Kimya oldukça genç bir kavramdır.
Bu akım 1990’da endüstriyi sonradan temizlemek yerine kirliliği kaynağında azaltmaya ya da yok etmeye çağıran kirlilik engelleme hareketi ile başlamıştır.1991’de EPA (ABD, Çevre Koruma Dairesi) Kirliliği ve Zararlı Atıkları Önleme Ofisi kurulmuş ve bu ofiste çalışmakta olan Paul T. Anastas tarafından ilk defa dillendirilmiştir.
2000’lerde Yeşil Kimya, üniversite sınıflarında yer almaya başlamıştır. Yeşil Kimya oldukça yeni bir disiplin olmasına rağmen güvenli, pahalı olmayan ve doğaya karşı sorumlu bir yolla araştırma ve üretim olanağı sağladığından, endüstride de yer almaya başlamıştır.
Günümüzün bilinçli tüketicileri aldıkları ürünlerin üretim süreçlerinin daha yeşil, daha sürdürülebilir olmasını talep etmektedirler. Yeşil Kimyanın kavramlarının uygulanması endüstrinin talep ettiği ve ihtiyacı olan, daha güvenli, daha etkili işlemleri olanaklı kılmaktadır.
Yeşil Kimya’nın temel konsepti kullananların ve çevrenin sağlığına yönelik tehditleri en aza indirmek amacıyla kimyasalların planlanması, üretilmesi ve uygulanması sırasında tehlikeli maddelerin oluşmasını veya kullanımını azaltacak veya ortadan kaldıracak kimyasal bilgi ve becerinin kullanılmasıdır.
Bu nedenle, toksik atık oluşumunu ortadan kaldırma ya da en aza indirme endişesi, daha önce üretilen atıkları işlemekten daha büyük hale gelmiştir.
Diğer bir deyişle Yeşil Kimya, çevreyi korumaya yönelik kimyasal yöntemlerin ve maddelerin geliştirilmesini ön plana çıkaran bir kimya dalıdır. Ayrıca Yeşil Kimya; insan sağlığı ve çevre için zararlı olabilecek maddelerin oluşumunu ve kullanımını yok etmek veya azaltmak için kimyasal ürün ve süreçlerin düzenlenmesini sağlamaktadır.
Sürdürülebilir kalkınmada Yeşil Kimya veya temiz süreç, tehlikeli maddelerin ve malzemelerin kullanılmasını ve üretimini azaltan veya ortadan kaldıran ve aynı zamanda insan sağlığı ve çevreyle dost kalabilme açısından kimyasal dönüşüm süreçlerinin daha güvenilir olmasını kılan kimyasal ürünlerin ve işlemlerin tasarımıdır ya da yeniden tasarımıdır. Bu nedenle, Yeşil Kimya daha çevreci kabul edilebilir süreçler ve ürünler yönündeki akımı tanımlamak için evrensel olarak kabul görmüş bir terimdir.
Yeşil Kimya yaklaşımında, atık oluşumu, enerji ve doğal kaynak kullanımının azaltılması için akademik birimler ve endüstriler tarafından 12 temel ilke kabul edilmektedir (Şekil 2’de verilmiştir).
Şekil 2: Yeşil Kimya’nın 12 ilkesi
1) Önleme: Oluşan atığın arıtılması ve temizlenmesi yerine atık oluşumu engellenmeye çalışılmalıdır.
2) Atom ekonomisi: Üretim aşamasında harcanan malzemelerin, son üründeki miktarın, enerjisini yükseltebilecek üretim prosesleri sağlanmalıdır. Bu da çok az yan ürün ve atık oluşumuyla sağlanır.
3) Tehlikeli kimyasalların azaltılması: Doğal ortam ve insan sağlığına zarar vermeyecek tehlikesiz maddelerin kullanılması ve üretilmesi için süreçler tasarlanmalıdır.
4) Güvenli kimyasalların tasarımı: Çevre ve insan sağlığına zarar veren kimyasal maddeler ile diğer toksik maddelerde bu olumsuz etkilerini en aza indirgeyecek tasarımlar yapılmalıdır.
5) Güvenli çözücüler ve yardımcı madde kullanımı: Üretim esnasında yardımcı maddelerin (çözücüler, ayırımı sağlayan maddelerin vb.) zorunluluk arz etmiyorsa kullanılmaması veya kullanılacaksa da en tehlikesiz olanı seçilmelidir.
6) Enerji tasarrufu: Çevresel ve ekonomik durumları düşünerek kimyasal süreçlerin enerji gerekliliği tespit edilmeli ve minimuma üşürülmelidir. Üretim mümkün olduğunca atmosfer basıncında ve oda sıcaklığında yapılmalıdır. Bu sayede daha az enerji harcanmış olur.
7) Yenilenebilir hammadde kullanımı: Teknik ve ekonomik sebeplerden dolayı yenilenebilir ve besin kaynaklı hammaddeler tüketilmelidir.
8) Yan ürünlerin azaltılması: Lüzumsuz gurupların kullanımı, kimyasal ve fiziksel olayların belirli bir süre değiştirilmesi gibi işlemler mümkünse azaltılmalı veya hiç kullanılmamalıdır. Çünkü bu işlemlerde gereksiz maddeler kullanıldığında atıklar oluşabilmektedir.
9) Katalizler: Üretimde katalizörlerin kullanılmasıyla verim artar. Katalizörler her zaman stokiyometrik kimyasal maddelerden üstündür.
10) Bozulmanın tasarımı: Kimyasallar, ömrünü tamamladıktan sonra, atık madde oluşturmayacak şekilde yani çevreye zarar vermeyen bozulma ürünlerine parçalanacak şekilde tasarlanmalıdır.
11) Kirliliği önlemenin izlenmesi ve çözümlenmesi: Tehlikeli madde oluşumunda üretimin devamlı izlenmesi ve kontrolün sağlanması için analitik yöntemler geliştirilmelidir.
12) Kazaların önlenmesi için daha güvenli kimya: Kullanılacak kimyasal maddelerin ve bunların fiziksel durumları; yangın, patlama veya sızıntı gibi kazaların en az olacak şekilde seçilmelidir.
Burada, Yeşil Kimyanın sadece gelişmiş ülkelerde ciddiye alınan bir şey olmadığına dikkati çekmek de önemlidir.1980’lerde öncü araştırmaların bir kısmı 1990’larda ise ABD, Hindistan ve Çin dâhil olmak üzere birçok ülkede bu kapsamda araştırmalar ve bazı endüstriyel uygulama örnekleri gerçekleştirilmiştir.
Sınırlı test düzenlemelerinden dolayı, resmen zararlı olarak tanımlanmış kimyasalların nispeten küçük bir kısmının zehirlilikleri ve çevresel etkileri hakkında çok fazla bilgi olmaksızın günlük ürünlerde etkin biçimde kullanılması sağlanmıştır.
Avrupa Birliğinin REACH (Kimyasalların Kayıtlandırılması, Değerlendirmesi, Ruhsatlandırılması ve Kısıtlanması) politikası bu durumu ciddi bir şekilde değiştirecektir. Bu politikanın sonucunda bazı kimyasal maddelerin kısıtlanmasına, aşırı derecede pahalı olmasına veya kullanılmamasına neden olması beklenmektedir.
Kimyasallar hakkında artan bilgi ve giderek artan sayıda kimyasal maddenin bir şekilde “tehlikeli” olarak sınıflandırılması, bu maddelerin kullanımını daha maliyetli ve zor hale getiren sağlık ve güvenlik etkilerine sahip olacaktır.
Ayrıca hiç şüphesiz, yerel makamların ve hükümetlerin bu maddeleri içeren atıkların elden çıkarılma maliyetlerini sınırlandırılmasına ve artmasına neden olacaktır.
Sürdürülebilir kalkınma açısından Yeşil Kimya veya temiz süreç; tehlikeli maddelerin ve malzemelerin kullanılmasını ve üretimini azaltan veya ortadan kaldıran ve aynı zamanda insan sağlığı ve çevreyle dost kalabilme açısından kimyasal dönüşüm süreçlerinin daha güvenilir olmasını kılan kimyasal ürünlerin ve işlemlerin tasarımıdır ya da yeniden tasarımıdır.
Yeşil Kimya’nın deri sanayi kapsamında kullanımı henüz çok sınırlıdır. Deri sanayi aslında et ve et ürünleri sanayisinin bir atık maddesi/yan ürünü olan ham derileri işleyerek onların bozularak çevreye olumsuz etkilerini önleyen bir sanayi kolu olarak da dikkate alınabilir.
Deri işleme hayvanlardan elde edilen ham derilerin bir dizi mekanik ve kimyasal işlemler ile kullanılacağı ürüne uygun özelliklerle donatılması sürecidir.
Ancak hem kullandığı hammadde hem bu hammaddenin mamul deriye dönüştürülmesi sırasında kullandığı kimyasal maddeler, kimyasal reaksiyonlar, çevreye bıraktığı atıklardan dolayı deri işleme sanayisinin kirletici sanayi kollarından biri olarak tanınmasına neden olmuştur.
Deri sanayisi kendini öncelikle çevreye saldığı koku ile belli eder ki bu havaya salınan çeşitli kirleticilerin gaz formuna karşılık gelir. Kullanılan su birçok organik ve inorganik maddeyi bünyesinde bulunduracak şekilde alıcı ortamlara bırakılmaktadır.
Bu da atık suların kirlilik parametreleri olarak bilinen çeşitli parametrelerin değerlerinin yüksek hatta bazen çok yüksek olmasına neden olur. Böylesi bir sonuç, atık suların verildiği alıcı ortamlarda bulunan canlılarının varlıklarının tehlike altında olduğu anlamını taşır.
O suyun artık kullanılamaz olduğuna işaret eder. Su kaynakları giderek azalan bir dünyada bunun tehditkâr bir sorun olduğu aşikârdır.
Katı atıklar ise çoğunlukla deri işlemenin farklı aşamalarında gerçekleştirilen zorunlu mekanik işlemlerden geriye kalan kimyasalları içeren ya da içermeyen deri artıklarıdır. Bu sebeplerden dolayı deri sanayi çevreci kuruluşların ve yetkililerin sürekli gözlem ve inceleme altında tuttukları sanayi dalları arasındadır.
Çevre algısının gelişmesi ile birlikte, tüketim kavramının ve üretim modellerinin değişmesi, sahip olduğu kötü imajı değiştirmeye çalışan deri sanayisini de daha yeşil veya daha temiz yaklaşımlar göstermeye istekli kılmıştır.
Deri sanayisi öncelikle temiz, daha temiz üretim yöntemleri oluşturmaya yarayacak kimyasal maddelerden ve bunlara dayalı üretim yöntemlerinden, özellikle kimya sanayisi ile bu nedenle yakın ilişki içinde bulunarak Yeşil Kimya’dan da yararlanmanın imkânlarını araştırmaktadır.
Bundan dolayı, araştırmacılar özellikle temel kimyasal olan +3 değerlikli bazik krom sülfat kullanımına alternatif tabaklama yöntemleri için çevre ile dost ürünler ve üretim süreçleri aramak zorunda bırakmıştır. Tabaklama deri üretiminin temel işlem basamağıdır.
Bu aşamada bozulabilir deri proteini yapıya dâhil edilen tabaklama maddesi ile çeşitli kimyasal bağlar kurarak bozulmaz forma dönüştürülmektedir.
Ayrıca deri ürünlerin sağlamlığını ve kullanılabilirliğini iyileştiren tabaklamanın üstünlüğü ham derinin çürümesini önleyerek kimyasal maddelere, ısıya ve mikrobiyolojik bozulmaya karşı bunlara dayanım kazandırmaktır.
Derinin tabaklanması için öncelikle krom, alüminyum, demir ve zirkonyum gibi inorganik tabaklama maddeleri;bitkisel tanenler gibi organik tabaklama maddeleri; aldehitler; sentetik tabaklama maddeleri ve bunların çeşitli oranlarda bir arada kullanıldığı tabaklama yöntemleri çoğunlukla geleneksel tabaklama yöntemleri olarak dikkate alınmaktadır. Krom, dünyada üretilen mamul derilerin yaklaşık %90’ının üretiminde kullanılan başlıca tabaklama maddesidir.
Bununla birlikte, krom tabaklama maddelerinin elde edilmesinde kullanılan kaynaklar oldukça azdır, bu tabaklama maddelerinin deri üretimi sırasında tüketimleri yani deri tarafından alınmaları kötüdür (%55-65) ve ayrıca deri atıklarından kromun geri kazanılması ve yeniden kullanılabilirliği çok düşüktür.
Ayrıca kromla tabaklamada krom ve diğer inorganik maddeler biyolojik oksijen ihtiyacı (BOİ), kimyasal oksijen ihtiyacı (KOİ), toplam katı madde (TKM), toplam çözünen katı madde (TÇKM), askıda katı madde (AKM), tuz değerlerinde belirgin bir artışa neden olduğundan atık su arıtımında da sorunlara neden olmaktadır.
Krom talaşı, yarma atıkları, budama artıkları ve zımpara tozları gibi katı atıklar da genellikle atılmakta bu da bir yandan maliyeti artırmakta diğer yandan da ilave sorunlara neden olmaktadır.
Katı atıklarda bulunan krom (III) kirlilik sorunlarına neden olmakta, arıtma sistemlerinde yeterince uzaklaştırılamamakta ve kanserojen ve mutajenik olan krom (VI)’ya dönüşmektedir ki bu da çevre dostu yeşil seçeneklerin araştırılmasını teşvik eden nedenlerden biridir.
Farklı tabaklama maddelerinin birleştirilerek kullanılması ile oluşturulan tabaklama yöntemleri, düşük miktarlarda ya da hiç krom kullanmadan bir tabaklama yapma imkânı yaratmaktadır.
Buradaki temel sorun hangi tabaklama maddelerinin bir arada, hangi oranlarda kullanılacağı ve sonuçta kromun deriye sağladığı üstün özellikleri oluşturulan yöntemle elde edebilmektedir. Düşük kromlu yöntemlerde silika ile kromun,demirle kromun birlikte kullanılması gibi örnekler verilebilir.
Kromsuz tabaklama yöntemlerinde ise organik esaslı tabaklama maddelerinin birlikte kullanılması ön plandadır.
Bunlara örnek olarak sentetik tanenlerle bitkisel tabaklama maddelerinin birleşimleri veya krom dışındaki metal tuzlarının bir biyokatalizörün birleşiminden oluşturulan sistemler, üre, melamin, fenol, formaldehit ve bunların kondenzasyon ürünleri verilebilir. Ancak bu yöntemler tabaklamanın neden olduğu kirlenmeyi azaltsa da deriden beklenilen ürün özellikleri açısından yetersiz kalmaktadır.
Yeşil Kimya kapsamında deri sanayisinde krom tabaklamanın yerine kullanılabilecek kromsuz tabaklama yöntemlerine ilişkin çalışmalar deri sanayisi açısından dikkat çekicidir.
Bu amaçla farklı mineral tabaklama maddeleri, bitkisel tabaklama maddeleri, sentetik tabaklama maddeleri, aldehitler ve diğer tabaklama maddeleriyle tek başlarına ya da bunların kombinasyonları ile yapılmış, temiz teknoloji kapsamında ele alınan çalışmalar söz konusudur.
Doğal olmayan amino asitler ile aldehitler, okta (aminopropilsilseskuioksan) ile tetrakis fosfonyum sülfat kombinasyonu, D-Lisin ile aldehit kombinasyonu gibi kromsuz tabaklama yöntemleri ile yapılan denemelerde hem derinin fiziksel ve organoleptik özellikleri hem de atık su ve katı atıkları açısından gayet olumlu sonuçlar elde edildiği görülmektedir.
Ancak hala kromlu derilerden elde edilen kalite özelliklerini ile kıyaslandığında eksiklikleri bulunduğu görülmektedir.
Kromdan sonra en fazla kullanılan tabaklama yöntemi bitkisellerle yapılan tabaklama işlemidir. Bu yöntem krom ile tabaklamaya göre daha uzun sürer, emek-yoğun bir sistemdir, maliyeti daha yüksektir.
Bununla birlikte, ürün kalitesi daha düşüktür. Buna rağmen, bitkisel tabaklamada kullanılan ve tanen olarak adlandırılan tabaklayıcı maddeler Yeşil Kimya için iyi bir alternatif olarak kabul edilen bitkisel özütlerdir.
Bunlar tanen içeriği yüksek farklı bitkilerin farklı kısımlarından basit yöntemlerle elde edilebilmektedirler. Burada asıl önemli rol oynayan biyofenolik yapılı bileşenlerdir. Ayrıca antioksidan özellik göstermeleri de ayrıca önem arz etmektedir.
Sentetik fenoller, diisosiyanat, krom ve benzerleri gibi zararlı sentetik maddeler yerine biyolojik kaynaklı alternatiflerin kullanılması çevre açısından araştırmacılar tarafından daha sağlıklı bulunmaktadır. Deri sanayisinde tabaklama işlemi bağlamında yapılan Yeşil Kimya’ya geçiş kapsamındaki stratejiler:
(1) geleneksel kimyasal işlemlerden Yeşil Kimya’ya paradigma geçişi;
(2) toplam katı madde içeriğine ve diğer zararlı kimyasal madde çıktılarını azaltmaya yardımcı olan geleneksel tabaklama işlemini iyileştirme;
(3) tabaklama maddesinin alınımını artırmak ve yapısal su geçirmezliği iyileştirmek amacıyla Yeşil Kimya’dan faydalanmak;
(4) kolajenin üçlü sarmal yapısının sağlamlığını moleküller içi ve arası bağlarla güçlendirmek;
(5) biyolojik, fiziksel ve kimyasal bozulma açısından potansiyel grupları modifiye etmek; ve
(6) kirlilik yüklerinin, zehirli kimyasal maddelerin deri işleme atıklarında ciddi oranlarda azaltılması ve çevre sorunlarının kontrol edilebilir düzeye çekilmesi şeklinde özetlenebilir.
Dr. Öğr. Üyesi Fazlı Akyüz / İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa - Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu - Tekstil, Giyim, Ayakkabı ve Deri Bölümü
Deri Teknolojisi Programı
Kaynakça
Clark, H.C., 2005, Green Chemistry and Environmentally Friendly Technologies, Green Separation Processes: Fundamentals and Applications, Ed.Carlos A.M. Afonso and Crespo, J.G., Wiley-VCH Verlag GmbH&Co.KGaA, ISBN:9783527309856 DOİ:10.1002/3527606602
Gerçek, Z., 2012, Kimya’nın Yeni Rengi: Yeşil Kimya, Yükseköğretim ve Bilim Dergisi, 2(1):50-53, DOİ:10.5961/jhes.2012.033
Krishnamoorthy, G., Sadulla, S., Sehgal, P.K., Mandal, A.B., 2012, Green chemistry approaches to leather tanning process for making chrome-free leather by unnatural amino acids,, Journal of Hazardous Materials, 215-216:173-182
Krishnamoorthy, G., Sadulla, S., Sehgal, P.K., Mandal, A.B., 2013, Greener approach to leather tanning process: D-Lysine aldehyde as novel tanning agent for chrome-free tanning, Journal of Cleaner Production, 42:277-286
Teke, D., 2014, Çevreyi Korumada Yeşil Kimya Eğitimi, Atatürk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Erzurum https://hasansecen.files.wordpress.com/2011/06/yazim1.docx
Shirmohammadli, Y., Efhamisisi, D., Pizzib, A., 2018, Tannins as a sustainable raw material for green chemistry: A review, Industrial Crops and Products, 126:316- 332
https://doi.org/10.1016/j.indcrop.2018.10.034 de Marco, B.A., Rechelo, B.S., Totoli, E.G., Kogawa, A.C., Salgado, H.R.N., 2019, Evolution of green chemistryand its multidimensional impacts: A review, Saudi Pharmaceutical Journal, 27:1-8
https://doi.org/10.1016/j.jsps.2018.07.011
Gao, D., Wang, P., Shi, J., Li, F., Li, W., Lyu, B., Ma, J., 2019, A green chemistry approach to leather tanning process: Cage-likeocta (aminosilsesquioxane) combined with Tetrakis (hydroxymethyl) phosphonium sulfate, Journal of Cleaner Production, 229:1102-1111
https://doi.org/10.1016/j.jclepro.2019.05.008