Giriş
Üç genç araştırma asistanı, bağlı çalıştıkları üniversitenin yeni açılan yüksek teknoloji laboratuvarında kadrolu olarak çalışmak üzere sözleşme imzalamaktadır. İnsan kaynakları birimi yetkilisi sözleşme metinlerinde imzalanacak yerleri gösterdikten sonra çiçeği burnunda bilim adamlarını uyarır:
“Beyler, unutmadan söyleyeyim, üniversite bünyesindeki laboratuvarlarda yapacağınız çalışmalar sonunda üretmiş olduğunuz tüm patent, telif ve fikri mülkiyetin ticari haklarına üniversite de %50 oranında ortaktır.”
Genç araştırmacılar rahatsız olmuştur. İçlerinden birisi itiraz eder: “Ama bütün araştırma ve çalışmayı biz yürüttükten sonra üniversite neden çalışmamızın yarısını elimizden alıyor ki? Bu düpedüz soygun!”
İK yetkilisinin cevabı çok basittir aslında: “Beyler, üniversite yüz milyonlarca dolarlık yatırımla kurulmuş bu laboratuvarı siz ‘Bilimadamcılık’ oynayın diye size teslim etmiyor. Tüm dünyada her an bilimsel ve endüstriyel çalışmalarla yeni buluşlara imza atılıyor.
Üniversiteniz sizi okutup eğitti, laboratuvar asistanlığınız süresince size maaş bağlayarak bilime ve teknolojiye olan teorik hakimiyetiniz gelişirken desteklendiniz. Şimdi sizden tüm bu yatırımların karşılığını ödemeniz bekleniyor. Bana soracak olursanız, diğer %50’yi size vererek cömertlik bile yapıyoruz.”
Bu cümleden sonra kahkaha efekti devreye girer, seyirciler de genç araştırmacıların durumuna az da olsa üzülmüştür gerçi ama İK Uzmanı haklıdır, akademi insan sermayesine yapılan yatırımın karşılığını almak istemektedir sadece… [1]
ABD yapımı bir komedi dizisinden alınmış olan bu sahne, başta ABD’li seyirci için olmak üzere aslında herkese o kadar “olağan” görünmektedir ki… Bilim ve teknoloji el ele gitmelidir… Akademi ve sanayi yan yana çalışmalıdır. İkisi de birbirinden ayrı disiplinler değildir zaten, bilakis, bir elmanın iki yarısıdır ama ikisi de aynı elmanın yarısıdır…
Ülkemizde özellikle 1990’larda başlayan ve günümüze kadar devam eden “Sanayiyi geliştirme” temalı çalışmalarda önemi sürekli vurgulanan konuların başından “İnovasyon” ve “Üniversite-Sanayi İşbirliği” gelmektedir.
Öte yandan yaklaşık 30 yıllık bu süreç sonunda gerek akademik çevrelerde gerekse de endüstride bu kavramların tam olarak ne anlama geldiğine dair bir fikir birliğine varılamadığı ortadadır.
Bu konulara duyulan ihtiyaç azalmamış, bu alanda yapılan çalışmalar düzenli olarak da artmıştır. Ancak 30 yılda henüz bir “milat” kabul edebileceğimiz bir başarı da elde edilememiştir.
Üniversite – Sanayi İşbirliği konusuyla ilk kez 2000’lerin ortalarında, gazetecilik kariyerimde ilerlemeye gayret ettiğim dönemde, uluslararası emtia borsaları üzerine çalışırken karşılaşmıştım.
O günlerde incelediğim uzak doğu borsaları ve uzak doğu ekonomilerinden, özellikle ön plana çıkan Güney Kore, Hong Kong, Tayvan ve Singapur’un benzer ve farklı noktalarını tecrübe ettiğimde Hong Kong ve Singapur’un ticari başarısının her ne kadar G. Kore ve Tayvan’ın önünde olsa da 2010’lardan sonra teknoloji yatırımlarındaki eksikler nedeniyle bu ülkelerin geride kalacağı yorumları yapılıyordu. Bugün gelinen nokta bu tahminleri bir ölçüye kadar haklı çıkarmıştı. [2]
[caption id="" align="aligncenter" width="587"]

Şekil 1. Güney Kore’nin ihracatında ileri teknoloji ürünlerinin payının yıllara göre dağılımı[/caption]
G. Kore ve Tayvan’ın benzer ekonomilerden farkı, yüksek teknoloji kümelenmeleri şeklinde örgütlenmiş organize sanayi alanları oluşturmasındaydı. Böylece yarı iletkenler, tüketici elektroniği ve son kullanıcıya yönelik yazılım geliştirme gibi alanlardaki farklılaşmalarıyla rakibi olan ülkelerden ayrışmışlardı.
Bütün Uzak Doğu ülkeleri bir şekilde teknolojik ürünleri ve elektronik eşyaları ihraç ederek ekonomilerini ayakta tutuyordu. Ancak öne geçen ülkeler son tahlilde bir hizmet olarak “yazılım” ve “günlük kullanım çözümlerini” satıyor, cihazlarıysa bu hizmetlerin birer aracı olarak görüyorlardı.
Kısaca G. Kore ve Tayvan akademi – sanayi işbirliği kapsamında stratejik inovatif adımlar atarak başlangıçta pek de iyi durumda olmayan ekonomilerini hızla ayağa kaldırmışlardı. Dahası, aynı örnek Avrupa’da da deneniyor ve başarılı oluyordu.
Kuzey İrlanda, Estonya ve İzlanda gibi ülkeler benzer teknolojik ve inovatif yatırımlar yapıyor, imalat teması üzerine kurulmuş organize sanayi örgütlenmelerini “teknoloji kümelenmesi” haline getiriyor ve benzer bir stratejiyle kalkınmaya çalışıyorlardı.
Son açıklanan rakamlara bakılacak olursa Avrupa’nın teknolojiye en çok kaynak harcayan ülkeleri arasında bu ülkeler, 10’da 1’i büyüklüğünde oldukları AB ve G8 üyesi ülkelerin dev ekonomilerine kafa tutacak seviyelere çıkmışlardı.
İş birliği Üzerine Yapılan Araştırmalar
Endüstriyel kapasitesini arttırmak için çıkış yolu arayan ülkemiz için de “Akademi – Sanayi İşbirliği” gözde bir çözüm olarak kabul edilmektedir. Sözü edilen ülkelerin başarısı da benzer bir serüveni deneme isteğimizi körüklemektedir.
Bu yolda izlenecek stratejiyi tespit etmek için akademisiyle sanayisi el ele vermiş olan, ABD, Almanya ve Japonya gibi büyük ekonomilerin gözlenmesi ve aynı trendi yakalamış olan ikinci kuşak inovasyon ekonomilerinin araştırılması iyi bir başlangıç olacaktır.
Bu amaçla ben de İngilizce ve Almanca dilindeki akademik yayınlarını takip edebilecek yabancı dil bilgimden ötürü bu ülkelerin literatürüne göz atmaya karar vermiştim. Ancak beklemediğim bir sürprizle karşılaştım.
Çünkü bilimsel ve endüstriyel literatürü de ekonomisi gibi ölçüsüz zengin olan ABD ve Almanya’nın “Akademi – Sanayi Birlikteliği” alanında örgütlü bir literatürü yoktu. Okuyucularımız yanlış anlamasın, söz konusu ülkeler bu alandaki çalışmalarını yayınlamamış değillerdi.
Fark ettiğim durum şu olmuştu: Bu ülkeler için akademi ve sanayi arasındaki işbirliği öyle içselleştirilmiş bir olguydu ki, özellikle araştırma yapma ihtiyacı hissedilmemişti bile! Çünkü başlangıçtan itibaren akademi ve sanayi bu ülkelerde hep işbirliği içinde olmuştu.
Bu konuda hemen hemen hiç sorun yaşamışlardı. Sorun olmadığı için üzerinde araştırma yapılma ihtiyacı da asgari seviyedeydi. Var olan araştırmalar da “İşbirliğini nasıl kurarız” değil “Var olan işbirliğinin sadece ekonomimizi değil toplumsal birlik ve beraberliğimizi de arttırmasını nasıl sağlarız” argümanı üzerindeydi.
[caption id="attachment_103669" align="aligncenter" width="580"]

Şekil 2. İnovasyona en çok kaynak ayıran ülkeler ile Türkiye’nin kıyaslanması[/caption]
Kısaca özetlersek, akademi ve sanayi ortaklığını en iyi sürdüren ülkeler için bu o kadar sıradan bir durumdu ki, televizyondaki komedi dizilerindeki 4-5 saniyelik basit bir sahnede sadece arka plan olarak yer alıyordu.
Herkes, televizyon karşısında hoşça vakit geçirmek isteyen sıradan ABD’li için bile bu durum bir “olağanüstülük” içermiyordu. İnovasyonun etkileri İnovasyon ve Ar-Ge’nin 21. yüzyıl ekonomileri için kilit rol oynadığı nüfusun genelinde kabul görmektedir.
Teknolojiye, yeni nesil ürünlere ve üretim teknolojilerine yapılacak yatırımın uzun vadede getirilerinin ekonomiye katkı sağlayacağı argümanı geniş kitleler tarafından kabul görmektedir.
Bununla birlikte inovasyon ve Ar-Ge’ye en yüksek finansal kaynakları ekonomiler ile başta ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkeleri birbirinden ayıran en temel fark, yatırımların kaynağı konusundaki beklentidir. Bunun arkasında da ekonomik modelin ve toplumun ekonomi yönetimi anlayışının belirleyici olduğu düşünülebilir.
Son tahlilde ekonomik modelleri iki ana grupta inceleyebiliriz. Bunlardan ilki olan liberal model, bütün ekonomik aktörlerin kendi faaliyet alanlarında özgür olduğu ve aralarındaki düzenin ve toplumun refahına katkı sağlanmasını sağlayan eşgüdümün de birbirleriyle etkileşimde yattığını kabul etmektedir.
Yelpazenin diğer ucundaysa devletin ve kamu kesiminin sadece yol gösterici değil bütün ekonomik faaliyetlerle ilgili ana belirleyici olduğu ve diğer tüm aktörlerin bu belirlenime uygunluk mertebesinde refaha katkı yapmaları gerektiğini savunan devletçi model yer alır.
Ülkemiz hâkim olan ana yaklaşım devletçi yaklaşımdır. Bu tutumu haklı çıkaracak birçok tarihsel sebep olduğu iddia edilebilmekle birlikte, bu tartışma bu yazının sınırlarını fazlasıyla aşmaktadır.
Öte yandan ülkemiz ekonomisini içinde bulunduğu “Orta Gelir Tuzağı”ndan çıkaracağına inanılan Ar-Ge harcamalarıyla ilgili olarak başarılı olduğu kanıtlanmış metotlar yakından izlenirse, bu alanda devletçi yaklaşımın yeterli sonucu vermediği ortaya çıkacaktır.
[caption id="" align="aligncenter" width="484"]

Şekil 3. Türkiye’de toplam Ar-Ge faaliyetleri ve özel sektörün payı[/caption]
Basit bir karşılaştırmayla görülecektir ki, inovasyon konusunda en başarılı ekonomilerin tamamı için bu alanda yapılan çalışmaların finansmanını sağlayan başat aktör, %70-80’lik payla daima özel sektör olmaktadır.
Akademinin Ar-Ge harcamalarındaki %7 seviyelerinin altındadır. Hatta bu alandaki en başarılı ikinci nesil ekonomilerden olan G. Kore’de %1 seviyesindedir.
Ülkemizdeyse durum tam tersidir. Türkiye’de yapılan inovatif çalışmalara özel sektörün aktardığı pay %50’nın altında kalırken, zaten kısıtlı kaynaklara sahip olan akademi tek başına bu maliyetin %25’ini karşılamaya çalışmaktadır.
Kısaca özetlemek gerekirse, rekabet etmeye niyetli olduğumuz ülkelere oranla zaten daha finansal imkanlara sahip olan Türkiye ekonomisi, bu kısır döngüyü kırma işini üniversitelere yıkmıştır.
Bu tutumun kaynağının sadece “Güncel ekonomik modelin eskimesi” olarak görülmemesi gerektiğinin altını çizmek gerekir. Tıpkı Türkiye gibi üniversite-sanayi işbirliği için bir çıkış aramakta olan Bahreyn’in bu alanda yapılan çalışmalar için görevlendirmiş olduğu akademisyenlerden Ali El-Sufi bu ayrımı endüstri ve sanayi arasındaki mahiyet farkında görmektedir. Sufi’ye göre sanayi ve akademi hem girdileri hem de çıktıları anlamıyla birbirinden farklı iki oluşumdur.
Bundan ötürü, dışarıdan bakılınca benzer niteliklere sahip bir insan sermayesinden faydalanıyor gibi görünseler de (diplomalı mühendis ve teknisyenler, yüksek lisans ya da doktora çalışmaları yürütmüş profesyoneller ve uluslararası çalışma ortamında bulunmaya alışık çok-kültürlü ve çok-disiplinli bir arka plana sahip olan iyi eğitimli beyaz yaka) esasında bu insan sermayesini kullandıkları yerler farklıdır. [3]
Sufi’nin çalışmasına göre sanayi ürün odaklı, önceliği “satış yapmak” üzerine kurulu ve bir numaralı endişesi yoğun rekabet ortamının getirdiği maliyet baskısı olan bir üretim sistemiyken akademi çoğunlukla maliyetler için çok az kaygı duyulan, önceliğin yeni araştırma alanları açmak olduğu ve gelir kazanmanın gündemde hiç yer etmediği bir eğitim örgütüdür.
Bu nedenle, özellikle de gelişmekte olan ülkelerde, özel sektörün rekabet ettiği bambaşka kulvarlarda hayatta kalma mücadelesi içindeyken bir de geri dönüşü çok uzun sürecek ya da belki de hiç gerçekleşmeyebilecek inovasyon alanına kaynak aktarmasını beklemek haksızlık olacaktır.
Yani üniversite-sanayi işbirliğinin bir türlü kotarılamamış olmasının suçunu taraflardan herhangi birisine yüklemek haksızlık olur. İnovasyon her iki taraf için de tam bir açmazdır.
Söz konusu inovasyon olduğunda akademi ve sanayi, ilk adımı karşı tarafın atmasını bekleyen çekingen aşıklar gibi davranmaktadır. Bu çekingenlik yenilmediği müddetçe de mutlu bir yuva kurmak mümkün olmamaktadır.
Avrupa’da İnovasyon ve Türkiye Karşılaştırması
Ülke ekonomisinin büyümesi için, yapılan rutin ekonomik faaliyetlerin her yıl düzenli biçimde artması gerektiği aşikardır. Büyümeden kastedilen belli alan ve sektörlerin performanslarındaki dönemsel yükselmeler değil, ekonomik faaliyetlerin toplamda sürdürülebilir bir biçimde artış göstermesidir.
Bunun sağlanması için de hem yatırımların hem de ihracatın artması gerekir. Türkiye’nin özellikle 2000’lerden itibaren sürdürülebilir büyümedeki ilk önceliği yabancı yatırımın artmasıdır. Bu konudaki stratejik teori de temelsiz değildir.
Yapılan çalışmalara göre 2000’lerde AB’ye yeni katılan ya da katılma sürecinde olan ülkelerin yabancı yatırım çekmede birliğin kurucu üyelerinden daha başarılı olduğu sonucuna varılmıştır. [4 ve 5]
Avrupa komisyonu inovasyon ve Ar-Ge’ye ayrılan kaynaklara göre ülkeleri 4 sınıfa ayırmıştır. Türkiye’nin bu sıralamada 3. sınıfta yer alıyor olması ilk başta olumsuz gibi görünmektedir. Öte yandan tek tek göstergelere bakıldığında, çok az bir iyileştirmeyle ülkenin inovasyondan beslenen bir ekonomik modele geçebileceği görülecektir. [6]
Örnek verilecek olursa, Türkiye’nin istihdamında imalat sektörünün payı AB ortalamasının üzerindedir. Öte yandan yüksek teknoloji imalatının toplam imalattaki payı Avrupa’da %35 iken ülkemizde %18’lerde kalmaktadır.
Bu yüzden imalat sektöründe teknoloji odaklı ürünlere kaymayı gerçekleştirmek, halen AB’deki rakiplerimize oranla daha yoğun kullandığımız imalat sektörünün üreteceği katma değeri arttıracaktır.
Bir diğer alan da KOBİ’lerin Ar-Ge’ye katılımı olarak öne çıkmaktadır. KOBİ’lerin Ar-Ge performansı son 10 yılda devamlı olarak AB ortalamasının üzerinde gerçekleşmiştir. Özellikle 2018 verileri, ülkemizdeki KOBİ yatırımlarının AB ortalamasının iki katı seviyelerine ulaştığına işaret etmektedir.
Bunda AB’ye yeni giren ülkelerin görece küçük ekonomilere sahip olmalarının payı olduğu gibi, ülkemizde Ar-Ge yatırımlarına ve inovatif ürünlere yönelik destekleme alımlarına ayrılan bütçe payının AB ortalamasıyla aynı seviyede olmasının da etkisi vardır.
Bu karşılaştırmada olumsuz olarak ortaya çıkan iki noktadan birisi yatırımların toplam değeridir. Türkiye’nin AB ile rekabeti AB’nin zayıf ekonomileriyle değil, güçlü ülkelerledir. Bu ülkelerde yerleşmiş yatırım geleneği nedeniyle AB toplam yatırımlarının ülkemizden yaklaşık 40 kat daha fazla olması gibi bir durum ortaya çıkmaktadır.
Bir diğer olumsuz durum ise inovasyona yönelik kaynakların doğru kullanılmasıyla ilgili göstergelerdir. Ülkemiz araştırma yapmaya elverişli insan kaynağını uygun araştırma projelerine yerleştirmede, akademik personeli üretim odaklı araştırmaya sevk etmede ya da sanayide yapılan araştırma çalışmalarının uluslararası kabul gören akademik seviyelere gelmesi konusunda AB ortalamasının gerisinde kalmaktadır.
Kısaca söylemek gerekirse, sanayimiz, özellikle de bütün ekonomik olumsuzluklara rağmen teknolojiye yatırım yapmaktan çekinmeyen KOBİ’lerimiz bir sonraki büyük adımı atmaya hazır durumdadır. Tek eksiğimiz üniversitenin sağladığı teknik iş gücünü doğru şekilde kullanabileceğimiz araştırma koşulları yaratmaktır.
İş birliğinde Üniversitenin Yeri
Üniversitelerin temel görevi bir yandan eğitim ve öğretim hizmetleri vermek, diğer yandan da temel ve uygulamalı alanlarda araştırma yapmaktır. Yapılan araştırmaların temel amacı ise, bilgi üretilmesi ve mevcut bilgilere yenilerinin katılmasıdır.
Üniversitelerin yaptıkları araştırmaların çoğunluğunu temel araştırmalar, bir kısmını ise uygulamalı araştırmalar oluşturmaktadır. Yürütülen uygulamalı araştırmalar ile sanayinin problemlerine pratik çözümler getirilmektedir.
Diğer bir ifadeyle üniversiteler bir yandan yaptıkları eğitim-öğretim faaliyetleri ile sanayinin ihtiyaç duydukları Ar-Ge personelini yetiştirmekte, diğer yandan da araştırma yaparak sanayinin ihtiyaç duyacağı alanlarda bilgi üretmeye çalışmaktadırlar.
Üniversite-sanayi işbirliği kavramı şu şekilde ifade edilebilir: “Üniversitelerin mevcut imkanları ile sanayinin mevcut imkanları birleştirilerek bilimsel, teknolojik ve ekonomik yönden gelişmeleri için yaptıkları sistemli çalışmalar bütünüdür.
Diğer bir ifadeyle, üniversitelerdeki mevcut bilgi birikimi ve yetişmiş insan gücü ile sanayinin mevcut tecrübesi ve finansal gücünün bir sistem dahilin de birleştirilmesi sonucu ortaya çıkan bilimsel, teknolojik ve ekonomik faaliyetlerin bütünüdür”.
İnovasyon ile elde edilmesi beklenen katma değeri yüksek ürünlerin üretilmesi modern ekipman yatırımını ve ileri teknoloji ihtiyacını doğurduğu gibi, bu yatırımın kaynağının yabancı yatırımcıyı ülkeye çekme konusunda kısmi bir devamlılık kazanılmış olduğuna yukarıda değinmiştik.
Bir sonraki adım olarak teknolojinin gerek üretilerek gerekse de transfer edilerek ülke ekonomisine kazandırılmasını sağlamak için yetişmiş insan gücüne ve bilgi birikimine ihtiyaç vardır.
Üniversiteler bu iki unsuru sağlama rolünü üslenerek inovasyona ilk katkılarını vermektedirler. Öte yandan üniversite ile sanayi arasında verimli bir işbirliği modeli kurulamamış olması iki sorunu beraberinde getirmektedir:
Ya yetişmiş ve nitelikli personel, sanayide uygun olmayan rollerde istihdam edilmektedir; ya da eğitim hizmetleri için tahsis edilmiş durumdaki üniversite laboratuvarları uygun olmayan projeler için meşgul edilmektedir. Bu sorunlardan ilki sanayinin, ikincisi ise üniversitenin kendi içinde çözmeleri gereken sorunlar olarak öne çıkmaktadır.
Ancak işbirliğinin sağlanması önceliğimiz olduğuna göre, mevcut olumsuz koşulların etkilerini en aza indirip olumlu koşulları avantaja çevirebileceğimiz çalışma modelleri oluşturmamız gerekir.
İşte bu modeli sağlama konusunda yapılan en önemli iki çalışmadan ilki Sanayi Bakanlığı ikincisi ise Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) gerçekleştirdiği ankettir.
Sanayi Bakanlığının Anketi
Sanayi Bakanlığı yürüttüğü çalışmaya Kamu Üniversite Sanayi İşbirliği (KÜSİ) adını vermiş ve esasını Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’ndan alan yenilenmiş 2015 tarihli Türkiye Sanayi Stratejisi Belgesi’nin ilgili işbirliği hedeflerinin bürokratik bir değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Bu değerlendirmede 6 ana hedef ve bunları gerçekleşmek için önerilen 31 eylem planlanmıştır. Öne çıkan hedefler kısaca şunlardır: [7]
1. İşbirliğinde kurumsal yapılanma, iletişim ve algıyı oluşturmak.
2. Hukuki düzenlemeleri yapmak.
3. Finansal kaynaklar ve destek mekanizmaları geliştirmek.
4. KÜSİ paydaşlarının idari ve teknik altyapısını geliştirmek.
5. Nitelikli insan kaynağını geliştirmek.
TOBB’un Anketi TOBB’un tamamlamış olduğu detaylı çalışma, ülkemizdeki üniversite ve sanayi işbirliği çalışmaları için bir yol haritası çıkarmayı amaçlamaktadır.
Bu anket çalışmasında hem sanayiden hem de akademiden birçok kişiyle yapılan görüşmede işbirliğinin sağlanmasının önündeki en büyük engellerin neler olduğu sorulmuş ve tarafların çözüm önerileri derlenerek bir çalışma metodolojisi ortaya çıkmıştır. [8]
Çalışmada sanayinin sorun olarak gördüğü konu başlıkları şunlar olarak öne çıkmaktadır: 1. İletişim ve koordinasyon eksikliği sebebiyle, tarafların birbirlerine karşı güvensiz ve önyargılı olmaları. 2. Öğretim üyelerinin sanayi ile işbirliği yapmasının akademik kariyerleri açısından bir getirisi olmaması.
3. Akademi ile sanayinin iş yapma biçimleri ve performans kriterlerinin birbirinden farklı olması. 4. Hem sanayicinin hem akademinin ihtiyaçlarını karşılayacak sayıda öğretim üyesinin bulunamaması. 5. Öğretim üyelerinin sanayiyi yeteri kadar tanımaması, işbirliğine konu olan problemi sadece akademik açıdan ele almaları.
Üniversite çevresinin ankete verdiği cevaplarda ortaya çıkan bazı çözüm önerileriyse şunlardır:
- 1. Üniversitelerin öncelikli olarak kuruldukları bölgenin ihtiyaçları gözetilerek uzmanlaşması; bölgesel eksiklikler ya da ihtiyaçların tespiti ve sonrasında üniversitelerin o bölgede stratejik olarak oluşturulması düşünülen AR-GE ekosisteminin bir parçası haline gelecek şekilde altyapılarını hazırlaması sağlanmalıdır.
2. Aktif olarak sanayi ile işbirliği yapan üniversitelere verilen akademisyen kadro sayısının, yapmayanlara göre daha fazla olması sağlanmalıdır
3. Yüksek lisans ve doktora yapmak isteyen adaylar arasında sanayi sektöründe çalışanlara kontenjan ayrılmalı, bu kişilerin tez konularını kendi sanayi kuruluşlarının problemlerinden seçmelerine özen gösterilmeli, yüksek lisans ya da doktora yapmış sanayi personeli istihdam eden firmalara teşvikler verilerek bu kuruluşlarda çalışanların yüksek eğitime katılmaları özendirilmelidir.
4. Öğretim üyelerinin sanayi işbirliği çerçevesinde yapmış oldukları proje ve çalışmaların akademik yükselme kriteri olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Örneğin doktora ya da profesörlük dereceleri öncesinde sanayide belirli bir süre çalışma koşulu ya da en azından sanayi işbirliği çerçevesinde belirli sayıda proje yapmış olmasının ek puan değeri olmalıdır.
5. Ar-Ge merkezlerinde çalışan doktoralı personelin üniversitelerde ders verme, araştırma programlarına katılma ve üniversite araştırma ortamına “misafir araştırmacı” benzeri bir statüde katılması sağlanmalıdır. Öğretim görevlilerinin proje yazma konusunda donanımları arttırılmalı, bu konuda akademisyen seviyesinde eğitimler verilmelidir.
Bu çalışmanın sonucu olarak, işbirliğinin sağlanmasıyla ilgili olarak 4 ana eylem planı üzerinde görüş ortaklığına ulaşılmıştır:
1. Üniversite sanayi işbirliğine dair somut bir yönetim yapısının oluşturulması.
2. Üniversite altyapısının sanayi ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesi.
3. Mevcut mevzuat ve destek programlarının gözden geçirilmesi, gelişmeler doğrultusun da sürekli güncellenmesinin sağlanması.
4. Üniversite Sanayi arasındaki arayüz yapılarının (teknokent, teknoloji transfer ofisi vb. eşgüdüm içinde çalışmalarının sağlanması.
Oldukça detaylı eylem adımları da içeren bu anket çalışması şu anda Türkiye’nin inovatif dönüşümünde atılması gereken son adım olan üniversite sanayi işbirliği konusu alanındaki en berrak yol haritası olma özelliğini taşımaktadır ve burada ortaya konan sorunların ve çözüm önerilerinin gerçekçi olduğu izlenimi hem akademide hem de sanayide bir çok kişi tarafından paylaşılmaktadır.
Kaynaklar [1] Lorre, Chuck, Prady, Bill; The Bang Theory; (2007-2019); Warner Bros. Television Distribution [2] Lee, Keun ve Mathews, John Alwyn; South Korea and Taiwan; 2012; Technological Opportunity, Technological Leadership Change, and Latecomers’ R&D Resource Allocation between Innovation and Imitation, Chapter 6. DOI: 10.1093/acprof:oso/9780199646005.003.0006 [3] Al-Soufi, Ali; The Role of a Collaborative Research Network (CRN) in Improving the Arabian Gulf Countries’ Performance in Research and Innovation; International Journal of Technology Diffusion, 2(3), 24-35, July-September 2011 DOI: 10.4018/jtd.2011070103 [4] Anastassopoulos, Geroge ve Georgiou, Christos; Location attractiveness for Foreign Direct Investment of EU New Member–Countries in comparison with old ones; Int. J. Entrepreneurship and Innovation Management, Vol. 8, No. 5, 2008 ; DOI:10.1504/IJEIM.2008.022318 [5] Maradana et al.; Does innovation promote economic growth? Evidence from European countries; Journal of Innovation and Entrepreneurship (2017) 6:1 DOI: DOI 10.1186/s13731-016-0061-9 [6] Turkey, European Innovation Scoreboard 2019,
https:// ec.europa.eu/growth/industry/policy/innovation/scoreboards_en [7] Sanayi Bakanlığı [8] Yardımcı, Atilla ve Müftüoğlu, Elif; Üniversite Sanayi İşbirliğinde Sanayi Kesiminin Beklentileri ve Sorunları; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Yayınları; 2014 [9] Işık, Metin; Çiçek, Berat; Üniversite Sanayi İşbirliğinin Kalkınma Üzerindeki Etkisi: Bitlis ve Muş İli Örneği; ÜNİDAP Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı (Muş-2016) [10] Dikmen, Muhammed; Baysal, Hatice; Üniversite Sanayi İşbirliği Kapsamında Teknoloji Fakültesi İşyeri Eğitimi Modeli Üzerine Bir Araştırma; International Journal of Sustainable Engineering and Technology; Sayı: 1, Cilt: 1, (2017), Sayfa: 35-46 [11] Karagöl, Erdal Tanas; Karahan, Hatice; Yeni Ekonomi: Ar-Ge ve İnovasyon; Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı, 2014, Ankara [12] Avcıoğlu, Cem; Uygun Adım Geleceğe: Ar-Ge ve İnovasyon; Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş.; Ekonomik Araştırmalar; Haziran 2019 [13] Seres et al; A Performance Indicators of UniversityIndustry Collaboration; 11th
International Conference onEducation and New Learning Technologies; July 2019; DOI: 10.21125/edulearn.2019.2413 [14] Al-Tabbaa; Universities—industry collaboration: A systematic review; Article in Scandinavian Journal of Management; Ocak 2016; DOI: 10.1016/j.scaman.2015.02.00 [15] Alkan, Reha Metin; Üniversite-Sanayi İşbirliği için bazı öneriler; Yükseköğretim Dergisi 2014;4(2):61–68; DOI: 10.2399/yod.14.0111
Serhat Öztürk
Metalurji ve Malzeme Mühendisi
Platech Metal Kaplama Sistemleri