mimaristudio kurucuları Sayın Ayça Akkaya Kul ve Sayın Önder Kul ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Özellikle kurumsal firmalar için tasarladıkları ofis projeleriyle tanınan başarılı mimarlar, tasarım yaklaşımları hakkında bilgi verdi.
Okurlarımıza kısaca kendinizden, eğitim durumunuzdan ve profesyonel özgeçmişinizden bahsedebilir misiniz?
Ayça Akkaya Kul: 2000 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü’nden mezun oldum. Ardından, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Endüstri Ürünleri Tasarımı Ana Bilim Dalı’ında lisansüstü eğitimimi tamamladım.
Önder Kul: Ben de, 1997 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü’nden mezun olduktan sonra, aynı üniversitenin Fen Bilimleri Enstitüsü, Mimarlık Ana Bilim Dalı, Yapı Bölümü’nde lisansüstü eğitimimi gerçekleştirdim.
Her ikimiz de, farklı mimarlık ve tasarım bürolarında yürüttüğümüz mimari ve iç mimari çalışmaların birikimi ile, 2006 yılında mimaristudio çatısı atında serbest mimarlık çalışmalarımıza başladık.
mimaristudio’nun kuruluş süreci ve günümüzdeki yapısı hakkında bilgi verir misiniz?
Önder Kul: Mimari proje, iç mimari proje, saha uygulama ve uygulama kontrolü çalışmalarının yanında, projeye özel mobilya ve aydınlatma tasarımları ile bunların üretimleri ile ilgili hizmetler veriyoruz. Kurulduğumuz ilk yıllarda konut, yeme-içme ve ağırlama mekanları üzerine projeler gerçekleştirdik.
2008 yılı itibarı ile ulusal ve uluslararası firmalardan almaya başladığımız davetler ile “kurumsal projeler” ağırlıklı çalışma konumuz oldu.
Çalışma mekanları, kurumsal ağırlama ve davet alanları, lab-ofis ve start-up ofisler, teknoloji alt yapılı kurumsal müşteri deneyimleme merkezleri gibi projelerin yanında, yurt dışında büyük bir kongre merkezi projemiz hayata geçti.
BASF Türk, Kibar Holding, Philip Morris SA Pazarlama ve Satış A.Ş, İspak Ambalaj, Philip Morris Seyahat Perakende Satış A.Ş., Vodafone Telekomünikasyon A.Ş., Turkcell İletişim Hizmetleri A.Ş., Payguru, Polimeks İnşaat gibi önemli gruplar için farklı tip ve ölçekte projeler gerçekleştirdik.
Ağırlıklı olarak yeni nesil çalışma mekanları üzerine projeler geliştiriyoruz. Özellikle son yıllarda projelerimizin temelini, biyofilik tasarım ve insan merkezli “well-being” yaklaşımı üzerine kurguluyoruz.
mimaristudio, özellikle kurumsal firmalar için tasarladığı ofis projeleriyle tanınıyor. Bu tasarım süreci nasıl gerçekleşiyor? Konsept, firmanın istekleri doğrultusunda mı, yoksa sizin tarafınızdan mı belirleniyor?
Önder Kul: Biliyorsunuz kuşak değişimleri ile şekillenen yeni çalışma dünyası içinde artık “ben” değil “biz” diyebilen ofisler daha, üretken, verimli ve başarılı oluyorlar.
Bireysel çalışmalarının yanında grup olarak birbirileri ile işbirliği halinde, çevik bir çalışma ortaya koyabilmeleri, çalışmalarında açık, şeffaf ve katılımcı olabilmeleri, sosyalleşebilmeleri, kendilerine zaman ayırabilmeleri, bu performanslarında önemli rol oynamakta.
Bu yaklaşım ile o kurumsal firma içinde statüsü, mevkii ya da görevi ne olursa olsun tüm çalışanları içine alan, kucaklayan projeler geliştirebilenler başarıya daha kısa zamanda ulaşabiliyorlar. Mekan tasarımında işte bunlara özen gösteriyoruz.
Planlama aşamasından başlayarak işvereni projenin içine dahil ediyoruz. Onları dinliyor, konuşuyor, hayallerindeki çalışma alanı ile ilgili görüşmeler yapıyoruz. Günün sonunda, hem kurumsal kültürlerini yansıtan, hem de aslında isteklerinin tamamını içine alan projeler geliştiriyoruz.
Burada bilgi, birikim ve tecrübelerimiz ile onlara yol gösteriyoruz. Bazen risk alıyor, denenmemişi deniyor, yapılmamışı yapıyoruz. Ancak günün sonunda, firma yeni mekanında çalışmalarına başladığında yüzlerindeki mutlulukları bizim de mutluluğumuz ve başarımızın bir işareti oluyor.
İş hayatı, sürekli bir devinim içinde, özellikle bilişim ve iletişim teknolojisinin hızla gelişmesi ve sağladığı imkanlar, firmaların işleyişini de değiştiriyor. Bu faktörler, ofis tasarımında nasıl bir etkide bulunuyor?
Ayça Akkaya Kul: Çalışma alanları daha esnek oldukça, insanlara istedikleri kişiler ile birlikte çalışabilme imkânı doğuyor. Bu da iletişimi ve fikir alış verişini güçlendiriyor. Kaliteli iletişim ise yaratıcılığı, hızlı karar almayı ve kısalan çalışma sürelerini beraberinde getiriyor.
Günümüz teknolojisi gitgide mobil çalışma konusunda bize daha fazla olanak sağlarken, bugün çalışanlar, en iyi nerede ve nasıl çalışacağını kendileri seçiyorlar. Gün içinde farklı çalışma biçimleri arasında geçiş yapabiliyorlar.
Bu bazen bireysel çalışma şeklinde iken, ki bunun için konsantrasyon, sessizlik, kendine ait alan ve rahatlık ön planda olmakta, sosyalleşme, sunum, beyin fırtınası, takım çalışması, informal çalışmaların yapıldığı, bir arada çalışma yaklaşımı da önem kazanıyor.
Bu bağlamda, geleceğin ofisi, birlikte çalışan farklı nesillerin ihtiyaç ve beklentilerini dikkate alır ve konsantrasyon, iletişim, işbirliği ve fikir üretme kavramlarını birincil önceliğinde tutar.
İşte bu sebeple günümüzde, hareket temelli çalışma (Activity Based Working) , çevik ofis (Agile Office), ev gibi ofis (Home Office) kavramları ile karşımıza çıkan yeni nesil çalışma dünyasında teknoloji olmazsa olmaz bir öneme sahiptir.
Esnek çalışmaya imkan veren tüm gelişmeleri takip ediyor, bilgilerimizi sürekli güncelliyor ve projelerimizde uzun yıllardır yer veriyoruz. Toplantı rezervasyon sistemlerinden, yükseklik ayarlı çalışma masalarına, informal çalışma alanlarından, sessiz odalara kadar birçok mekan ve ürün, gelişen teknoloji ile şekilleniyor.
Çalışanlar artık ne kadar özgür olurlarsa, o derece verimli ve kısa sürede çalışmalarını tamamlayabiliyorlar. Bu da çalışanların mutluluklarını, kuruma bağlılıklarını olumlu yönde etkilerken, o firmadaki üretkenlik ve verimin de artmasına yardımcı oluyor.
Günümüzün çoğunu ofislerimizde geçiriyoruz. Elbette, bu kadar uzun bir sürenin geçtiği mekanlarda konfor da büyük öneme sahip. Çalışanların, çalıştıkları ortamda kendilerini iyi ve rahat hissetmesi için nasıl bir tasarım yaklaşımı benimsiyorsunuz?
Ayça Akkaya Kul: Mimaristudio olarak bizler son bir kaç yıldır biyofilik tasarım çıkış noktası ile well-being konusuna projelerimizde ayrı bir parantez açtık. Well-being kavramı, insanın fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak dengeli ve iyi olma halidir. Kısaca “insanın esenliği” olarak da adlandırabiliriz.
Ofislerde ise well- being kavramı, çalışan kuşakla da doğru orantılı olarak önemini artırmakta. Çalışanlarının sağlık, esenlik ve mutluluklarını destekleyen firmalarda, verimlilik,üretkenlik ve iş tatminlerini artırmakta, uzun ve verimsiz mesai süreleri ortadan kalkmakta.
Düşünün ki, zamanımızın neredeyse %95’ini kapalı mekanlarda, ortalama 11 saatini ekran başında ya da akıllı tablet ve telefonlarla geçiriyoruz.. Yılda ortalama 4 ila 8 gün arasında hastalık izni alınırken, doktor ziyaretlerinin %40’ ı stres sebepli olmakta.
Çalışanın ofis verimini de ciddi anlamda olumsuz yönde etkileyen bir süreçten bahsediyoruz aslında. Bunun yanında, genç yetenekleri bulmak ve iş yeri sadakatini sağlamak da artık daha zor.
Yeni nesil çalışan profilinin 1/3’ ü iş seçiminde ofis tasarımını öncelikli kriterleri arasına alırken, Y kuşağında bu oran çok daha yüksek. Z kuşağının da kapıda olduğunu düşündüğümüzde bu kavramın önemini daha çok anlıyoruz.
Biz de mekan tasarımcıları olarak üzerimize düşeni yaparak, çalışan esenliğinin (well-being) odakta olduğu, insan merkezli bir tasarım yaklaşımı ile ofis projelerimizi ele alıyoruz.
Hayata bakış açıları, alışkanlıkları ve beklentileri açısından her yeni jenerasyonda farklar oluşuyor. Bu kapsamda, özellikle iş hayatı ve ofis tasarımını, 2000’ler öncesi ve sonrası olarak değerlendirebilir misiniz? Ne gibi temel farklar gözlemliyorsunuz?
Önder Kul: Değişen nesil ile birlikte çalışma alışkanlıkları, beklentileri ve ihtiyaçları da değişmeye başladı. Hepimizin bildiği gibi açık ofisler dünyada çok uzun süredir yaygın olarak kullanılan bir çalışma sistemi. Bununla birlikte, son yıllarda mekan tasarımında, iş ve eğlence arasında sınırlar da ortadan kalktı.
Örneğin, perakende mağazalarına kahve köşeleri girdi ya da ofis içi ortak çalışma alanları adeta bir yaşam alanı şeklinde tasarlanmaya başlandı. Yani, artık duygulara hitap eden ve yaşamla iç içe geçmiş mekan tasarımı önemini artırmaya başladı.
Mayıs 2012’de Mc Kinsey’in tüketici ve pazar üzerine yaptığı bir araştırmada, çalışanların kendi sağlıklarını daha fazla ön planda tuttukları, şirketlerin ise çalışanların esenliklerini desteklemek için sağlık programlarına daha fazla yatırım yapmaya başladıkları görülüyor.
Çünkü artık yeni nesil için tek kriter maaş, sigorta ya da sosyal imkanlar değil. Şirketin sağladığı fiziksel koşullar ciddi bir kriter haline geldi. Çalışanların 1/3’ü ofis tasarımının, çalışacakları yeri seçmek konusunda etkili olduğunu belirtiyor.
Özellikle Y kuşağında bu oran daha yüksek. Firma sadakatine sahip genç yetenek de artık zor bulunmaya başlandı. Head Hunter kavramı da bu sebeple ortaya çıktı diyebiliriz.
Bu sebeple, firmaların çalışanları üzerine yaptıkları her olumlu yatırım, direkt olarak o çalışanların esenlikleri, sağlık ve mutlulukları üzerine yapılmış yatırımlar olmakta.
Tasarımlarınızda kullandığınız boya, yapı kimyasalları ve izolasyon ürünleri kapsamında değerlendirdiğinizde, ülkemizde üretilen ürünleri kalite ve çeşit anlamında yeterli buluyor musunuz?
Mimar ve tasarımcı olarak, kafanızda belirlediğiniz konsept için gerekli her ürüne yurt içinden ulaşmanız mümkün oluyor mu, yoksa yurtdışından temin etmek zorunda kaldığınız durumlar yaşıyor musunuz?
Önder Kul: Projelerimizde çok farklı malzeme grupları kullanıyoruz. Tek markaya bağımlı kalmamaya, tasarımımızı en iyi temsil edecek ürünleri seçmeye özen gösteriyoruz.
Bu malzemelerin bir kısmı yurt dışı menşeili olmakla birlikte boya ve yapı kimyasalları gruplarında yerli üretim ürünlerde seçenek imkanımız oldukça geniş diyebilirim. Gerek yerli markalar, gerekse yerelde üretim sürecini yürüten yurt dışı menşeili markalarda her geçen yıl çeşitlilik artmakta.
Bugüne kadarki projelerimizde ağırlıklı olarak yeşil bina sertifikasyonuna yönelik ürün seçimleri yapmaktaydık. Well sertifika programında da, özellikle insan sağlığı ile ilgili olarak seçilen malzemelerde benzer beklentiler söz konusu.
Bu bağlamda, sektörde ilgili gereklilikleri sağlayan ürün gruplarında ve çeşitlilikte her geçen yıl artış görüyoruz. Bu da bizim doğru ürünlere kolay ulaşmamıza yardımcı oluyor. Örneğin boyada VOC yani uçucu organik bileşen değeri sıfır olan ürünler tercih ediyoruz.
Keza yapı kimyasalı ve izolasyon malzemelerinde de uluslararası kriterleri sağlayan ürünler öncelikle tercihimiz. Kısacası, belirttiğim bu ürün gruplarında, hem teknik, hem de estetik kaygılarımızın çoğunu yerel üretim malzemeler karşılamakta diyebiliriz.