Kozmetik ürünlerin tarihçesi en eski medeniyetlere kadar uzanıyor. Kalıntılardan elde edilen bilgilere göre, günümüzde kullandığımız ürünlerle karşılaştırıldığında çok daha sade, basit içerikleri olsa da kozmetiklerin günümüzde kullandığımız amaçlara benzer amaçlarla kullanmış olduklarını görüyoruz (1).
10,000 yıl önce, bazı kokulu yağların ya da merhem / krem kıvamında ürünlerin cildi yumuşatmak, rüzgar ve güneşten etkilenmesini önlemek, temizlenmek, vücut kokularını gidermek veya güzel kokmayı sağlamak için kullanılmış olması, günümüzün kozmetik ürün tanımlarına tam karşılık geliyor.
Mısırlıların doğal kaynakları kullanarak, bitkilerin çeşitli organlarından, minerallerden yararlanarak elde ettikleri boyalarla vücut ve saçlarını boyamaları, sürme ile gözlerinin çevresini göze badem şekli verecek şekilde boyamaları, her cins ve yaşta insanın kozmetik ürünlerini koydukları ve yanlarında taşıdıkları çantalarının olması, kozmetik ürünlerin o yıllarda bile günlük hayatın önemli bir parçası olduğunu göstermektedir.
Avrupa Birliği (AB) ve Türk Kozmetik Yönetmelikleri kozmetik ürünleri “İnsan vücudunun dış kısımlarına; epiderma, tırnaklar, kıllar, saçlar, dudaklar ve dış genital organlarına veya dişler ile ağız mukozasına uygulanmak üzere hazırlanmış, tek veya temel amacı bu kısımları temizlemek, koku vermek, görünümünü değiştirmek,
bunları korumak, iyi bir durumda tutmak veya vücut kokularını düzeltmek olan bütün madde veya karışımlar”, kozmetik ürün bileşenlerini ise “kozmetik ürünün yapısında kullanılan, parfüm ve aromatik bileşim dışındaki, sentetik veya doğal kaynaklı her tür kimyasal madde veya karışım” olarak tanımlamaktadır (2).
Mısırlıların, Romalıların, Uzak Doğu’da Çinlilerin, Japonların ve diğer bölgelerdeki insanların günlük yaşamında çeşitli kozmetik ürünlerin kullanıldığı iyi bilinen gerçeklerden.
“Hiç kozmetik ürün kullanmam ki “diyen bir insanın bile sabah yatağından kalktığı andan itibaren sadece yüz, vücut, saç, ağız temizliği ile başlayan kozmetik ürün kullanımı, nemlendirici, görünüşünü iyileştirici, koku önleyici veya koku verici amaçlarla kullanacağı ürünlerle çeşitlenerek hatırı sayılır bir sayıya ulaşıyor.
Kozmetikler kadınlar tarafından daha çok kullanılırmış gibi algılansa da cins ve yaşa bağlı olmaksızın hepimizin kozmetik ürünleri kullanması kaçınılmaz, üstelik de beşikten mezara kadar:
İlk banyomuzla başlayan kozmetik ürün kullanımımız, toprağa verilmeden önce yapılan son veda hazırlıkları sırasında kullanılan kozmetik ürünlerle sona eriyor. Kozmetik ürün kullanımı yaygınlaşırken ve kullanım amaçları çeşitlenirken, bir yandan da kullanılan hammaddeler çeşitleniyorlar.
Evlerde kullanılan yiyecek hammaddeleri, bitki organları, doğal mineraller ve bunların çeşitli karışımları olarak kısa bir listede gösterebildiğimiz hammaddeler, günümüzde binlerce satıra ulaşmış listelerle gösterilebilecek halde ve arkasında da çok büyük bir endüstri desteği var.
Geçmişte bazen sağlık için çok zararlı olan maddeler bile kullanılırken, günümüzde kozmetik ürün ve hammaddelerin güvenliliği çok önem kazanmıştır. Kurşun, arsenik gibi yüzde kasılma hatta felçlere yola açan maddeler daha genç görünmeyi sağladığı, soluk, beyaz bir ten rengi verdiği için (I.
Kraliçe Elizabeth’in pudrası) kullanılırken, günümüzde zararlı olabilecek maddelerden kaçınıyor, pek çok yeni etkin ve yardımcı madde ile çok daha sağlıklı ve güçlü iddiaları olan ürünler üretebiliyoruz (1,2).
Modern tıpta ilk hedefimiz sağlıklı yaşamı sürdürmek, hastalıklardan korunmak, tedavi ise bozulan sağlığı iyileştirmek için başvurulan ikincil yaklaşımımız oluyor. Kozmetik kullanımında da benzer yaklaşımlar ağırlık kazanmış durumda. Kanser günümüzün en korkulan hastalıklarından biri.
Yapılan araştırmalar ve sonuç istatistikleri güneşin zararlı ışınlarının yol açtığı kanser olgularının ne denli yüksek olduğunu gösteriyor. Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC) tarafından güneş ışınları deri kanserlerinin nedeni olan en önemli çevresel risk faktörü olarak belirlenmiştir (3).
Epidemiyolojik araştırmalar, melanoma dışı deri kanserlerinin nedeninin kronik olarak güneşe maruz kalmak olduğunu göstermektedir. Uzun yıllar güneş ışınlarının etkileri daha çok UVA ve UVB ışınları üzerine odaklanılarak araştırılmıştır (Tablo 1).
Kanser olgularının 1/3 kadarına köken oluşturan deri kanserlerini önlemek çok önemli konulardan biri haline gelmiş, gerek güneş ışınlarına karşı koruyucu ürünler kullanılarak, gerek güneş ışınlarından fiziksel olarak korunma yolları tartışılarak korunma önerileri geliştirilmektedir.
Yalnız deri kanserleri değil bağışıklık sistemini baskılama, erken deri yaşlanması, lekelenmeler gibi istenmeyen etkilerin de nedeni büyük ölçüde zararlı UV ışınlarıdır (4). Deri yaşlanması ekspozomunda belirlenen diğer önemli faktörler hava kirliliği, yanlış beslenme ve diğer (stres, az uyuma, kullanılan bazı ürünler) nedenlerdir.
Cildin kırışıklanması, sarkması yani yaşlı görünmesinin %80 oranında sorumlusunun, maruz kaldığı UV ışınları olduğu düşünülmektedir (5). Foto-yaşlanmanın en çarpıcı kanıtı, 69 yaşındaki kamyon şoförü bir erkeğin sağ ve sol yarı yüz görüntüleridir.
28 yıl boyunca şoför koltuğunda otururken pencere camından geçen UVA ışınlarına (pencere camı UVB ışınlarını emerek geçirmez) maruz kalması nedeniyle ortaya çıkan tek taraflı dermatoholiosis gerçekten çarpıcıdır (6). Kızıl ötesi (IR) ve görünür ışığın etkileri de yakın zamanlarda daha fazla dikkat çekmeye başlamıştır.
Mahmoud ve arkadaşları tarafından yapılan bir çalışma IR ve görünür ışığın da serbest radikal oluşumuna katkısı olduğu göstermiş bu konuya ışık tutmuştur (7).
Ayrıca 400-800 nm dalga boylarında yapay ışık kaynağı kullanılarak yapılan çalışma da bu dalga boylarında ışınların deride pigmentasyona yol açtığı gösterilmiştir (8).
Görünür ışık şu an korunduğumuz bir ışın olmadığı için yalnız güneş kaynaklı değil, kapalı alanlarda kullanılan LED ışıklar, TV, bilgisayar ve cep telefonu ekranları gibi kaynaklardan da yayıldığı için, bir ilgi odağı olacağa ve önümüzdeki yıllarda bazı araştırmacıların araştırma yapmak isteyeceği bir konu olacağa benziyor.
Özellikle melasma ve diğer pigmentasyon kökenli deri hastalıklarında önemli olabileceği için bu çalışmalar önem taşımaktadır. Diğer bir in-vitro çalışmada da bu ışınların kolajen yıkımında etkili enzim olan MMP-1 ve keratinositlerde bulunan tümor nekrozu faktörü mRNA ekspresyonunu artırdığı da gösterilmiştir.
Bu tür gen regulasyon aktivitelerinin artan serbest radikal üretimi nedeniyle olduğu ve sonuç olarak deride erken yaşlanmaya yol açabileceği düşünülmektedir. In-vivo hayvan testleriyle de kırışıkların oluşmasına katkısı olduğu gösterilen beyaz ışığın, kronik etkileri ile ilgili daha fazla çalışma yapılması gereklidir.
Beyaz ışığın yol açtığı serbest radikallerin deri kanserleri üzerindeki etkileri de henüz yeterince incelenmemiştir. Dolayısıyla in-vitro modeller veya insan üzerinde yapılmış daha çok çalışma ile beyaz ışığın tahmin edilen erken yaşlandırıcı ve kanserlere yol açabilir etkileri incelenmelidir.
Üstelik ilk veriler, günümüzde kullanılan güneş ürünlerinin beyaz ışığın etkilerini önleyemediğini göstermektedir.
Güneşten koruyucu ürünlerin, özellikle yılın her günü derimizi korumasını bekleyeceğimiz ürünlerin formülleri yeni bir boyut daha kazanarak ve farklı dalga boylarına sahip ışınların çoğuna karşı cildi koruyacak ürünlerin olacak gibi tasarlanmalıdırlar.
Epigenetik, genom haritasının tam belirlenmiş olmasına karşılık, aynı yumurta ikizlerinin bile farklı hastalıkları olabilmesi gibi konular üzerine eğilirken, yaşam tarzının da ne denli önemli olduğunu tekrar tekrar vurguluyor.
“Life Style Analizleri” olarak kozmetik dünyasına girmiş olan ilk yaklaşımlar, günümüzde çok daha heyecan verici hale gelmeye başladılar. Telefona indirilen bir program yardımıyla daha doğru kişisel cilt tipi ve yaşam tarzı analizi yapmak mümkün olabiliyor.
Bunu bir de 3D printing teknikleriyle birleştirince yalnız kişiye özgü değil, cildin farklı bölgelerinin gereksinimlerini de karşılayan ürünleri üretmek mümkün olacaktır.
İnsan Genom Projesi’ne paralel olarak 2008’de ‘Uluslararası İnsan Mikrobiyom Konsorsiyumu’ kurulmuş ve “İnsan Mikrobiyom Projesi“ nazal, oral, deri, gastrointestinal ve ürogenital bölgelerin mikrobiyomu konularında çalışmayı amaçlamiştır (9).
Gastrointestinal kanaldakinden çok farklı olarak, deri mikrobiyomunda kişiler arası ve aynı kişide de bölgeler arası farklılıklar olduğu görülmüştür. 2018 yılının en gözde konularından biri de cilt mikrobiyom çalışmaları olmuştur.
Çok sayıda araştırmacı, başedilmesi oldukça zor görünen bu konuyu anlamaya, çözümü halen zor olan deri hassasiyetleri, egzemalar, akne gibi sorunlara mikrobiyomun katkısını bulmaya çalışmaktadır.
Bu tür araştırmalar sürerken, bir yandan da tüketicilere probiyotik, prebiyotik içeriklerle ürünler sunulmaya da başlanılmış durumdadır.
Bu çalışmalarda unutulmaması gereken bir diğer boyut da günlük yaşamımızda kozmetik tanımına uygun amaçlarla kullandığımız ürünlerin içerdiği bazı maddelerin mikrobiota üzerindeki etkileri olmalıdır.
Bir yandan objektif olarak etkinlik testleriyle yararlarını kanıtlayabildiğimiz onca kozmetik ürünün, acaba mikrobiyom üzerinde kısa ve uzun vadede etkileri var mı? Acaba yepyeni bir çevre koşulu mu oluşturuyorlar?
Bu yeni koşulların tümünü deriyi zararlı tüm etkenlerden koruyan, ihtiyaçlarını karşılayan, bozulan sitemlerini tamir eden, yaşlanma süreçlerini kontrol eden hale getirmemiz mümkün olabilir mi?
Dr. Eczacı
Yasemin Yağan Uzuner
Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı Başkanı
Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi
Eczacılık Fakültesi
Kaynaklar
1- Chaudhri SK, A review,Asian J of Pharmaceutics, 2009; 164-167
2- Kozmetik Yönetmeliği, 2005, Resmî Gazete Sayısı: 25823.
3- El Ghissassi F, Baan R, Straif K et al. A review of human carcinogens –part D: radiation., Lancet Oncol 2009; 10: 751–52.
4- Uzuner Y.Y., Effect of Sun to Skin and Sunscreen Products, Turkiye Klinikleri J Cosm Dermatol-Special Topics ;2017; 10(1):24-38.
5- 58- Uitto J, Understanding premature skin aging, N Eng J Med., 1997; 337: 1463-65.
6- Gordon JRS and Brieva JC, Unilateral Dermatoheliosis, N Engl J Med, 2012; 366:e25.